EL-AŞERETÜ’L-KÂMİLE
LEVÂMİ‘U TENVÎRİ’L-MAKÂM FÎ CEVÂMİ‘İ TA‘BÎRİ’L-MENÂM
Rüya Tabiri İlmi
ALÂADDÎN EL-KİRMÂNÎ (ö. 15-16. yy)
Hazırlayan
Mustafa Özbakır
Rüya tabiri ilmi, İslâm felsefe geleneğinde doğa bilimlerinin bir dalı olarak incelenmektedir. İslâm filozoflarına göre tabir ilmi, rüyayı gerçekleştiren mütehayyile gücünün müşahede ettiği sûretlerin hangi anlamlara karşılık geleceğini belirlemekten ibarettir. Hâl böyle olunca nefsin müşâhedesine karşılık gelecek sûretleri tespit eden bilim dalı da doğa bilimleri içerisinde görülmektedir. Söz gelişi İbn Sînâ (ö. 428/1037), bilimler tasnifi yaptığı Risâle fî Aksâmi’l-Ulûmi’l-Akliyye isimli küçük hacimli risâlesinde rüya tabiri ilmini tıp, feraset gibi ilimlerle birlikte doğa bilimlerinin (tabiiyyât) alt dalları arasında zikretmekte ve onun amacını şöyle belirlemektedir:
Mütehayyile ile rüyada görülen şeylerden hareketle, nefsin gayb âleminde görüp mütehayyilenin başka bir örnek yoluyla hayal ettiği şey hakkında çıkarımda bulunmaktır (ve’l-garazu fîhî el-istidlâlu mine’l-mütehayyelâti’l-hul- miyye alâ mâ şâhedethu’n-nefsu min âlemi’l-gaybi fehayyelethu’l-mütehayyile- tü bimisâlin gayrihî)”1
Alıntılanan pasajda İbn Sînâ, rüya tabiri ilmini açık bir şekilde tanımlamaya girişmez. Fakat onun bu ilimde amaç olarak zikrettikleri aslında tabir ilminin gaye bakımından tarifi olarak değerlendirilebilir. Nitekim İbn Sînâ’nın bu ifadeleri, kendinden sonraki filozoflar tarafından tabir ilminin tanımı olarak kullanılmıştır. Mesela Kâdî Beyzâvî ve İbnü’l-Ekfânî’nin bi- limler tasnifi kitaplarında rüya tabiri ilmi, İbn Sînâ’da olduğu gibi doğa bi- limleri içerisinde zikredilmekte ve onun tabir ilminin amacı olarak dile getirdiği ifadeler, tabir ilminin tanımı olarak kullanılmaktadır. Kâdî Beyzâvî (ö. 685/1286), Ta‘rîfâtü’l-Ulûm’da tabir ilmini şöyle tanımlar:
Mütehayyile ile rüyada görülenlerden hareketle, nefsin uyku hâlinde gayb âleminde görüp mütehayyile güçlerinin gayb âleminde görülene delâlet eden şehâdet âlemindeki bir örnekle hayal ettiği şey hakkında çıkarımın bilindiği bir ilimdir. (ilmun yu‘rafu minhu’l-istidlâl mine’t-tahayyulâti’l-hul- miyye alâ mâ şâhedetha’n-nefsû hâlete’n-nevm min âlemi’l-gaybi fehayyelat- hu’l-kuva’l-mütehayyile bimisâlin yedüllü aleyhi fî âlemi’ş-şehâde)2
————-
1 M. Cüneyd Kaya, “İbn Sînâ’nın Kitâbu aksâmi’l-hikme ve tafsîlihâ’sı: Tahkik ve Tercüme”, Tahkik İslami İlimler Araştırma ve Neşir Dergisi 3/1 (2020), 30.
2 Mansur Koçinkağ, “Kâdî Beyzâvî’ye (V. 685 / 1286) Göre İlimlerin Tasnifi ve Munîf fî Sinâ’ati’t-Tarîf/ Ta’rîfâtü’l-’Ulûm Adlı Eserinin Edisyon Kritiği”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi 26 (2015), 399.
—————
Beyzâvî bu tanımda, İbn Sînâ’nın ifadelerinde üç değişikliğe gitmektedir. Birincisi, İbn Sînâ’nın ifadelerini tanıma dönüştürmektedir. O, bunu yaparken öncelikle tüm ilimlerin cinsi konumunda olan ilm kelimesini tanım içerisinde kullanmakta ardından tanımın faslı sayılabilecek kısmı zikretmektedir. Beyzâvî, ikinci olarak tanıma uyku hâlinde kaydını ek- lemektedir. Bu kayıt, filozofların rüyanın ve mütehayyilenin mâhiyetine ilişkin görüşleri ile birlikte düşünülürse tanımda bulunması gerekli bir kayıttır. Çünkü onlara göre peygamberlerde olduğu gibi mütehayyile gücü, bazen rüyadaki etkisini uyanıklık durumunda da gösterebilir. Beyzâvî’nin tanımındaki üçüncü farklılık, İbn Sînâ’nın muğlak bıraktığı örnek kelimesini şehâdet âleminde lafzıyla açıklığa kavuşturmasıdır. Beyzâvî’nin rüya tabirine getirdiği bu tanım, uyku hâlinde kaydı dışında küçük farklılıklarla İrşâdü’l-Kâsıd’da İbnü’l-Ekfânî (ö. 749/1348) tarafından da tekrar edilir.1
Bu isimlerden farklı olarak tabir ilmini şer‘î ilimler arasında gören2 İbn Haldun’a (ö. 808/1406) göre ise “rüya tabiri ilmi, tabircinin, anlatılanların (rüyada görülenlerin) tabirini üzerine inşa ettiği külli kaidelerin ilmidir (ilmün bi-kavânîne külliyyetin yebnî aleyha’l-mu‘abbiru ibârete mâ yukas- su aleyh).”3 İbn Haldun’un tanımı, önceki tanımlardan farklı olarak rüya tabiri ilminin kaidelerini tanımın merkezine almaktadır. Bu kaideler, tabircinin rüyayı tabir ettiği esnada verdiği hükümlerin asıllarını teşkil eden kurallar bütünüdür.
Kirmânî’ye göre ise rüya tabiri ilmi, nefse ilişkin bir ilim olması itibariyle doğa bilimlerinin konuları arasında yer almakla birlikte -muhtemelen nefsin gayb âlemiyle iletişime geçmesi itibariyle- metafiziğin alt dalların- dandır. O, doğa bilimleri ile metafizik arasına bu şekilde konumlandırdığı tabir ilmi için Levâmi‘in mukaddimesinde, birinci faslın başında iki farklı tanım zikreder. Bu tanımlardan ilkine göre rüya tabiri usulü ilmi “üzerine tikel rüyaların tevilinin inşa edildiği tümel kaidelerdir (kavâ‘idün külliy- yetün yebtenî aleyhâ te’vîlü’l-menâmâti’l-cüz’iyyeti)”. Ona göre bu tanım, ilmin meselelerden ya da o meselelerin tasdikinden ibaret görülmesi hâlin-
————
1 Ebû Abdullah Muhammed İbnü’l-Ekfânî, İrşâdü’l-Kâsıd ilâ Esna’l-Makâsıd, thk. Abdülmünim Mu- hammed Ömer (Kâhire: Dârü’l-Fikri’l-Arabî, ts.), 177.
2 Ebû Zeyd İbn Haldun, Mukaddime (Kâhire: Dârü’l-Fecr li’t-Türâs, 2010), 589.
3 İbn Haldun, Mukaddime, 592.
————
de geçerli bir tanımdır. Ancak ilmin meselelerden ibaret değil de meleke olarak görülmesi durumunda rüya tabiri usulü ilminin tanımı “söz konusu tümel kaidelerden tikel rüyaların tevilini çıkarım melekesi (istinbâtu te’vî- li’l-menâmâti’l-cüz’iyyeti min tilke’l-kavâ‘id)” olur.1
Kirmânî’nin tanımlarında ortak olan husus, tabir ilminin tümel kaideler olmasıdır. Tümel kaide, altındaki tikellere tatbik edilmesi mümkün genel hükümleri verir. Böylece zihin o tümellerden hareketle altındaki tikellerin hükümleri hakkında bilgi sahibi olur. Örneğin nahivci “fail merfu- dur” şeklinde genel bir kaide belirledikten sonra fail olduğunu tespit ettiği bütün kelimelerin merfu olduğu hükmüne kolaylıkla ulaşabilir.2 İşte rüya tabiri ilmi de bu şekilde tabirde kullanılabilecek tümel kaidelerin bir araya getirildiği ilimdir.
Müellifin rüya tabiri usûlü ilmine getirmiş olduğu tanımlarda farklı iki cihetin gözetildiği aşikârdır. Birinci tanımda kendisinin de belirttiği gibi ilim, meselelerin tasdiki veya meselelerin kendisi olarak kabul edilmiş ve tanım da buna göre yapılmıştır. Çünkü bir ilmin asıl konusu meselelerdir. Öncelikle bu meseleler icmâlî olarak tespit edilir ve ardından bu meselelerin karşısına ilim vazedilir. Dolayısıyla ilim bu meselelerin tamamını tasdik etmekten ibaret olur. Nitekim bazı mantıkçılar bir ilmin tanımının o ilmin tüm parçalarını kuşatması gerektiği düşüncesinden hareketle ilmin tam tanımının meselelerin tasdiki ile yapılacağını iddia etmişlerdir.3 Eğer bu kabul edilecek olursa müellifin rüya tabiri usûlü ilmi için yapmış oldu- ğu birinci tanım, tam tanım olacaktır. İkinci tanıma gelince bu tanımda itibar edilen cihet, ilmin bir meleke olarak ilim sahibinde hâsıl olmasıdır. Meleke, keyfiyet kategorisi altında yer aldığından dolayı bilen bir zihinle kâim olmak zorundadır. Çünkü keyfiyet bir araz türüdür ve kendi başına kâim olamaz.4
————-
1 el-Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 4b.
2 Kutbuddin er-Râzî, Tahrîru’l-Kavâidi’l-Mantıkıyye fî Şerhi’r-Risâleti’ş-Şemsiyye (İstanbul: Haşimi Ya-
yınları, 2017), 43.
3 er-Râzî, Tahrîr, 45.
4 Ömer Mahir Alper, “Avicenna On The Ontological Nature Of Knowledge And Its Categorical Status”,
17
ed. Macksood A. Aftab Vd., Journal Of Islamic Philosophy 2 (2006), 31.
————
Bir başka görüşe göre ilmin meleke ve tümel kaideleri bilmek şeklinde iki farklı şekilde tanımlanması o ilmin tümel veya tikel oluşuyla ile ilgilidir. Buna göre tümel ilim, tümel kaideleri bilmekten ibarettir ve bu tümel ilim, meleke olarak isimlendirilemez. Tikel ilimler ise kişide meleke olarak bulunur. Çünkü tikel ilimler, bu meleke sayesinde tikel olaylar ve durumlara tatbik edilir.1 Kirmânî’nin bu görüşü dikkate alıp almadığı konusunda net bir şey söylemek zordur. Fakat onun tabir ilmi için yaptığı tanımlar, bu bağlamda değerlendirilecek olursa ilk tanım, tabir ilminin tümel tarafına yani sadece kaidelerine, ikinci tanım ise bizzat tevil esnasında tikellere uygulanmasına taalluk etmektedir denebilir.