Rüyanın Mâhiyeti ve Rüya Çeşitleri

İslâm filozofları rüyanın meydana gelişini genellikle nefsin mütehayyile gücüyle ilişkilendirmek sûretiyle açıklamışlardır. İlk İslâm filozofu Kindî’ye (ö. 252/866 [?]) göre insan, uyku hâlinde duyularını terk eder.1 Ancak bu terk ediş, ölümden farklı olarak insanın canlılığı devam ederken gerçekleşir. Çünkü uyku hâli nefis için söz konusu değildir. Eğer nefis uyumuş olsaydı uyku ve uyanıklık arasındaki fark bilinemezdi.2 İşte “rüya nefsin düşünceyi kullanıp duyunun kullanımını kaldırması”ndan ibaret- tir.3 Böylece nefsin düşünceden aldığı formlar, musavvire gücü sayesinde kendisinde bir yansıma (intiba‘) oluşturur.4 Kindî’nin musavvire olarak isimlendirdiği güç, Aristoteles’in fantezyası olup sonraki filozoflar tarafından mütehayyile olarak isimlendirilmiştir.
Rüyanın uyku hâlinde gerçekleştiği ve mütehayyilenin bir fiili olduğu konusunda Kindî ile aynı düşünceye sahip olan Fârâbî’ye gelince, ona göre mütehayyile gücü duyu gücü ile akletme gücü arasında aracı konumun- dadır. Dolayısıyla mütehayyile bazen duyulardan bazen de akıldan etkilenmek sûretiyle fiillerini icra eder. Mütehayyile gücünün iki fiilinden biri maddî varlıklardan gelen formları saklamak diğeri ise bu formlar arasından birleştirme ve ayırma yapmaktır. Fârâbî’ye göre mütehayyilenin üçüncü bir fiili daha vardır ki bu da taklittir. Mütehayyile bu fiili sayesinde bazen beş duyuyla algılanan nesneleri, kendinde bulunan duyulur nesnelerin taklitleri ile birleştirir; bazen akledilirleri bazen beslenme gücünü, bazen arzu gücünü bazen de mizacı taklit eder.5 Mütehayyile gücü eğer akıldan ve duyuların hâkimiyetinden kurtulursa kendi fiillerini daha özgür bir şekilde gerçekleştirmeye başlar. Faal akıldan gelen feyiz, bazen akleden güçten mütehayyileye taştığında o, akledilirleri kendi terkip ettiği duyulurlarla kabul eder. Çünkü akledilirler ancak duyuyla algılanan bir şey ile temsil

1 Yakub b. İshâk el-Kindî, Uyku Ve Rüyanın Mâhiyeti (Felsefî Risâleler içinde), çev. Mahmut Kaya (İstan- bul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2015), 398.
2 Yakub b. İshâk el-Kindî, Nefs Üzerine (Felsefî Risâleler içinde), çev. Mahmut Kaya (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2015), 384.
3 Kindî, Uyku Ve Rüyanın Mâhiyeti, 404.
4 Kindî, Uyku Ve Rüyanın Mâhiyeti, 404.
5 Ebû Nasr el-Fârâbî, el-Medînetü’l-Fâzıla, çev. Yaşar Aydınlı (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2018), 170-

edildiği zaman maddî âlemde anlam ifade edebilir. Eğer mütehayyileye taşanlar amelî güçle ilişkili tikeller ise mütehayyile bunları bazen olduğu gibi bazense yine başka şeylerle taklit ederek kabul eder. Bu nedenle bazen mütehayyilenin aldığı tikellerle doğru rüyalar meydana gelir bazen de akledilirler aracılığıyla ilahi kehanetler oluşur.1
Kindî’de sadece musavvirenin bir fiili olarak görülen rüya, Fârâbî ile birlikte faal akıldan taşan feyze konu olması ile daha ruhânî bir yapıya bürünmüştür. Bu gelişme, İbn Sînâ’nın rüyayı bir adım daha ileri taşıyarak vahiyle birlikte değerlendirmesine de kapı aralamıştır. İbn Sînâ’ya göre gayb âleminden nefse taşan etkinin gücüne göre insanın rüyası bu dünya- daki gerçeklikle örtüşür. Eğer bu etki güçlü olur ve nefis tarafından kontrol edilirse tabire muhtaç olmayan rüya veya açık bir vahiy meydana gelir; eğer bu etki kaybolur ve bunun yerine mütehayyilenin kopya ettiği sûretler ortaya çıkarsa tabire muhtaç rüyalar veya tevile muhtaç vahiy gerçekleşir.2
Rüya tabiri konusunda kendinden öncekilere nispetle daha ayrıntılı ve daha sistematik bir anlatıma sahip olan ayrıca Kirmânî’ye de kaynaklık eden isimlerden biri olduğunu düşündüğümüz Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) bilimler tasnifi eseri Câmi‘u’l-Ulûm’un 25. faslını rüya tabiri ilmine ayırır. Râzî, bu bölümde tabir ilmini ilki usûl-i zâhire, ikincisi ise usûl-i müşkile olmak üzere iki ana bölüm üzerine inşa eder. Bu iki ana bölümden ilki duyu güçleri, uyku ve rüyanın hakikati konularını ele alan üç asıl, ikincisi tabiri mümkün olan rüyalar, rüya tabiri şartları ve rüya cinsleri olmak üzere üç asıl içermektedir.3 Bu asıllar içerisinde özellikle nefsin güçleri, rüyanın hakikati, rüya tabiri şartları gibi başlıklara dikkat edilirse Râzî’nin eseri ile Kirmânî’nin ikinci eseri arasındaki benzerlikler görülebilir.
Kindî’den itibaren İslâm filozofları tarafından rüya konusunda mütehayyile gücüne ayrı bir önem atfedilmiş ve Fârâbî ile ortaya konan rüya anlayışı daha sonra İbn Sînâ ve Râzî tarafından da devam ettirilmiştir. Onların rüyaya ilişkin kabul ettiği ortak husus, nefsin gayb âlemiyle iletişim hâlinde

1 Fârâbî, el-Medînetü’l-Fâzıla, 178.
2 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât., çev. Muhittin Macit-Ali Durusoy-Ekrem Demirli (İstanbul:
Litera Yayıncılık, 2017), 199-200.
3 Fahreddîn er-Râzî, Câmi‘u’l-Ulûm, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 2205, 104b-109b.

olması ve orada müşâhede ettiği anlamlara mütehayyile aracılığıyla sûretler giydirmesidir. Kirmânî’nin açıklamalarına bakılırsa bu anlayış, onun rüya anlayışına da etki etmiştir. Kirmânî’ye göre nefis bedenle ilişkisinden kurtulduğu takdirde yüce ilkelerle iletişime geçebilir. Böylece o, akledilir anlamları ya bizzat bu ilkelerde müşâhede eder ya da onlardan yansıyanları kendisinde müşâhede eder.1 Kirmânî’nin baştan beri vurguladığı yüce ilkeler de bu bölümde felekî nefisler olarak açıklığa kavuşmaktadır. Nefis maddeden soyut olduğu için cinsi itibariyle akıllar ve felekî nefislerle aynı kategoridedir. İnsan nefsi bu nefisler ve akıllarla aynı özelliklere sahip olmasına rağmen onun bedenle ilişkiye girmesi emr âleminden kopmasına neden olmuştur. Çünkü nefis bedene tam bir yönelme ile yönelmiştir. Tam yönelme bir şeyin diğerleriyle alakasını kesmesini gerektirir. Nefis bedene tam bir yönelme ile yöneldiğinde felekî nefisler ve akıllarla ilişkisi de kesilmiştir.2
Kirmânî’nin açıklamalarında iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi insan nefsinin akıllar ve feleklerle aynı cinsten olmasıdır. Bununla bağlantılı olan ikinci nokta onun emr âleminden olduğu düşüncesidir. İbn Haldun, insan ruhunun emir âleminden olması nedeniyle aslında onun tüm emir âlemini idrak ettiğini söyler. Çünkü orada idrak, idrak edenden farklı değildir. Bu, aynı zamanda akleden ile akledilenin özdeşliği anlamına da gelir. Ancak beden gaybî idraklerin önünde bir engeldir. Ruh, uyku anında bedenden koptuğu zaman bu gaybî idraklere ulaşsa da uykudan uyanıp tekrar bedene döndüğünde onları ancak duyusal nesnelerin formları ile hatırlar. Bu da şüphesiz hayal gücünde saklı olan sûretler ile gerçekleşir.3
Kirmânî’ye göre nefis uyku hâlinde veya başka bir durumda bedenle olan iletişimini kesip duyulur sûretler ortak duyudan silinince bu ilkelere yönelir.4 Onun, nefsin ilkelerle iletişimi için uyku dışında başka bir durumun da bulunabileceğini kabul etmesi muhtemelen yine filozofların ve peygamberlerin nefisleri gibi bazı nefislerin rüya dışında da bu ilkelerle iletişim kurabileceği düşüncesine dayanmaktadır.

1 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 13a.
2 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 13b, 14a. 3 İbn Haldun, Mukaddime, 590.
4 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 13b.

Kirmânî’ye göre nefis ve ilkeler birbirlerine paralel aynalar gibidir. Nefis yansımayı kabul edecek olan boş bir ayna gibiyken ilkeler ise içerisinde akledilir sûretlerin nakışlarının bulunduğu aynalar gibidir. İlkelere ayna konumunda olan nefis, Kirmânî’ye göre onların karşısında iki durumda bulunabilir. Birincisi, sahip olduğu istidada göre ilkelerdeki sûretler kendine yansır ve böylece o sûretleri kendinde seyreder. İkincisi, ilkelerdeki sûretleri ilkelerde bulundukları şekilde seyreder.1 Her iki durumda da mütehayyile, seyrettiği bu akledilirleri hayal deposunda bulunan sûretlerle taklit eder. Bu sûretlerden bir tanesi bazen birden fazla akledilir anlama karşılık gelebilir. Bu nedenle tabircinin rüya gören kişinin hâlini bilmesi önemlidir.2
Kirmânî’ye göre rüyanın anlaşılması noktasında önemli hususlardan birisi de misâl âlemidir. Ona göre misâl âlemi, ruhlar âlemi ve cisimler âlemi arasında berzah görevi gördüğünden dolayı doğal olarak iki yöne sahiptir. Duyulur ve niceliksel olması cihetiyle şehâdet âlemine, nurânî olması itibariyle de aklî soyut âleme benzer.3 Kirmânî, bu iki yönü şöyle açıklar:
Misâl âlemi ruhlar âlemi ile cisimler âlemi arasındaki berzah olup onun aracılığıyla ruhlar âleminin etkisi cisimler âlemine ulaşır. Onlar (sûfîler) misâl âleminin iki yönü bulunduğunu söylemişlerdir. İlk yön, ruhlar âle- mine dönüktür ve rüyaların sûretlerinin tabirlerle olan ilişkisi gibi ruhlarla ilişkisi bulunan misâlî sûretleri kapsar. İkinci yön ise duyu âlemine dönüktür ve duyu âleminin tüm sûretlerini kapsar. Bu yön, sanki duyu âleminin karşısında duran bir ayna gibidir ve duyu âleminin tüm sûretleri bu aynaya yansımıştır. Seyr-i sülûk, riyazet ve cezbe yoluyla bu âlemle arasındaki perdeyi kaldırılan kimse duyu âlemini misâl âleminde seyreder. Böylece gaybî bilgilere vakıf olur. Uzak diyarlardan ve halklarından tamamı doğru haberler verir.4
Kirmânî, misâl âleminin duyu âleminin aynası konumunda olup bu âleme vâkıf olan kimselerin âlemde olup bitenleri görebileceğini düşün- mektedir. O, bu düşünceyi her ne kadar sûfîlerden aktarmış olsa da yaşadığı bir örnekten bahsetmesi kendisinin de misâl âlemi teorisini destekle- diğini göstermektedir.5

1 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 13b.
2 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 14a.
3 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 17b.
4 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 17b, 18a. 5 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 18a

Rüya çeşitlerine gelince Kirmânî’ye göre üç çeşit rüya bulunmaktadır. Birincisi beynin kötü mizacından kaynaklanır. Bu tarz rüyalarda mütehayyile, ortak duyuya nefsin görmediği sûretleri getirir. Bunlar tıpkı delilerin ağzında dolanan bilmeceli sözler gibidir. Herhangi bir manaya karşılık gel- mediklerinden dolayı bu tarz rüyaların tabiri mümkün değildir.1 Çünkü tabir ancak bir manaya karşılık gelen sûretlerde söz konusu olabilir.
Rüyanın ikinci kısmı sadık rüyalardır. Bu kısımda nefis ilkelerle bağlantı kurduğunda bir manayı müşahede eder. Nefsin müşahede ettiği manayı mütehayyile bir sûretle eşleştirmek sûretiyle tasvir eder. Eğer mütehayyile bu kısımda manaya uygun bir sûret oluşturamazsa nefis rüyayı hatırlamaz. Fakat mütehayyile burada manaya uygun bir sûret oluşturduğu zaman bu tarz bir rüyanın tabiri mümkün olur. Nefsin müşahede ettiği anlamlar tümeldir. Dolayısıyla bu tümel anlamların kapsamına dâhil olan birçok tikel sûret söz konusu olabilir. Mütehayyilenin oluşturduğu tikel sûret söz konusu tümel anlamın sûretlerinden birine tekabül ederse rüya gerçekleşmiş olur. İşte bu tarz rüyalar tabire de ihtiyaç duymayan sadık rüyalardır. 2 Ni- tekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey İbrahim! Rüyanı doğruladın.”3
Rüyanın üçüncü kısmında tikel sûret, tümel anlamın tikellerinden bir tikel olmayabilir. İşte bu durumda rüya tevile ihtiyaç duyar. Kur’ân’da zikredilen Hz. Yusuf’un rüyası bu şekildedir. Nitekim o şöyle demiştir: “Rabbim onu gerçek kıldı.”4 Kirmânî’ye göre bu tarz rüyalarda nefis sûretten sûrete fazlaca intikal gerçekleştirir. Nefsin sûretler arasında bu kadar rahat intikal gerçekleştirebilmesinin sebebi ise sûretler arasındaki istiare ve mecâzdan kaynaklanan ilişkilerdir. Ne var ki nefis birçok sûretle muhatap olduğu için kişi uyandığında genellikle son sûreti hatırlar. Ancak bu sûret nefsin müşahede ettiği mananın karşılığı olmayabilir. Böylece tabir isabetli olmaz. Ayrıca mütehayyilenin oluşturduğu tek bir sûret birçok manaya da tekabül edebilir. Bu nedenle tabir ilmi kadri yüce bir ilimdir ve ancak ilahi bir yardımla gerçekleşir.5

1 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 14b. 2 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 15a. 3 Saffat37/105.
4 Yûsuf12/100.
5 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 15b.

EL-AŞERETÜ’L-KÂMİLE
LEVÂMİ‘U TENVÎRİ’L-MAKÂM FÎ CEVÂMİ‘İ TA‘BÎRİ’L-MENÂM
Rüya Tabiri İlmi

ALÂADDÎN EL-KİRMÂNÎ (ö. 15-16. yy)

Hazırlayan
Mustafa Özbak

Rüya Tabiri İlmi: Mevzu, Meseleler ve İlkeler

Fârâbî’nin (ö. 339/950) İslâm dünyasına sistemli bir felsefe anlayışı getirmesiyle birlikte Müslüman düşünürlerin bilim anlayışları da sistematik bir hâl almaya başlamıştır. Bu değişimin temeline Fârâbî’nin Burhân isimli eserini koymak mümkünse de sistematik bir bilim anlayışının İbn Sînâ ile yetkinliğe kavuştuğu söylenebilir. İbn Sînâ’dan sonra klasikleşen bilim anlayışına göre bir ilmin, müdevven bir ilim, bilimsel bir disiplin olabilmesi için özellikle şu üç şeye sahip olması gerekmektedir; mevzu, meseleler ve ilkeler.2 Bunların arasından ilkeler, o ilimde ispat edilecek olan şeylerin kendisinden çıkarıldığı öncülleri ifade eder. Bu öncüller ya apaçık olduklarından dolayı kanıtlanmaya muhtaç olmazlar ya da daha üst bir ilimde kanıtlanmış olarak alt ilme intikal ederler.3 İlmin ihtiyaç duyduğu ikinci husus, o ilimde hâlleri incelenen şey olarak bilinen mevzudur.4 Mevzuya zatı bakımından ilişen hâller ise meselelerdir. Mesela metafizik ilminin ko- nusu varlık olması bakımından varlıktır. Metafizikte incelenen meseleler ise varlığa o olması bakımından ilişen hâllerdir ki bunlara zâtî arazlar da denir.5

1 Hocazâde Muslihuddin Efendi, Hâşiye alâ Şerhi’l-Mevâkıf, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 1614, 12b-13b.
2 Ebû Nasr el-Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, çev. Ömer Mahir Alper – Ömer Türker (İstanbul: Klasik Yayın- ları, 207M.S.), 36; Ebû Ali İbn Sînâ, Burhân: İkinci Analitikler, çev. Ömer Türker (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006), 103.
3 İbn Sînâ, Burhân: İkinci Analitikler, 103.
4 İbn Sînâ, Burhân, s. 103.
5 el-Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, 37; İbn Sînâ, Burhân: İkinci Analitikler, 103.

İbn Sînâ’nın bir ilmin müdevven bir ilim kabul edilmesi için mevzu, meseleler ve ilkelere sahip olması gerektiği düşüncesi büyük ölçüde kendinden sonraki İslâm filozoflarının bilim anlayışını belirlemiştir. Bu doğrultuda onlar, herhangi bir ilim dalından söz ederken bu çerçeveyi dikkate almışlar, hatta yeni bir ilim kurmak için girişimlerde bulunan düşünürler mutlaka bu kuralı uygulamaya çalışmışlardır. Muhyiddin el-Kâfiyeci’nin (ö. 879/1474) tarih ilmini kurma çabası esnasında söz konusu kaideyi tatbik etmesi bu hususta önemli bir örnektir.1
İşte böyle bir ilim anlayışına sahip Kirmânî, Levâmî‘in mukaddimesinin ikinci faslında İbn Sînâcı bilim anlayışına uygun olarak her müdevven ilmin bir mevzusu, meseleleri ve ilkeleri olması gerektiğini ifade etmektedir.2 Zira bir ilim ancak mevzusu ile diğer bir ilimden ayrılır.3 Daha sonra o, bir ilimde mevzunun ahvâlinin o ilmin meseleleri olarak araştırıldığını, bu araştırmanın yapılabilmesi için de birtakım ilkelerin bulunması gerektiğini vurgular. Bu ilkelerin bir kısmı tasavvurlar, diğer bir kısmı ise tasdiklerdir. Tasavvurlar daha çok o ilimde ele alınacak şeylerin tanımlarını, tasdikler ise meselelerin delillerini oluşturur.4 Kirmânî’ye göre bir ilme ilke olabilecek tasdikler üç kısımdır. Birincisi müteârife olarak da isimlendirilen kendinde açık olan bedîhî tasdiklerdir. İkincisi, ilmin kendinde açık olmayıp başka bir ilimde açıklanan ve sonrasında ilgili ilme aktarılan il- kelerdir. Bunlar da müsâderât olarak isimlendirilir. Üçüncüsü, öğrencinin hüsn-i zannı ile kabul ettiği ilkelerdir. Öyleyse bir ilmin ilkeleri, tanımlar, tüm ilimlerin öncesinde bulunan bedîhî tasdikler (müteârife), başka bir ilimden o ilme aktarılan müsâderât ve öğrencinin hüsn-i zannıyla kabul ettiği önermelerden meydana gelir.5 Kirmânî’nin yaptığı bu dörtlü taksim, onun açıkça filozofların bilim anlayışını takip ettiğini göstermektedir. Zira Fârâbî’nin Burhân’ında buna çok benzer bir taksim şöyle yapılmaktadır: “sanatlarda öğretimin ilkeleri dörttür: Yakînîler, tanımlar, vazedilmiş asıllar


1 Muhyiddin el-Kâfiyeci, Tarih İlminin İlkeleri (Osmanlı Felsefesi Seçme Metinler içinde), çev. Ömer Ma- hir Alper (İstanbul: Klasik Yayınları, 2016), 91-99; Muhyiddin el-Kâfiyeci, Tarih İlminin Usûlü Ve Meseleleri(Osmanlı Felsefesi Seçme Metinler içinde) (İstanbul: Klasik Yayınları, 2016), 101-105.
2 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 4b.
3 er-Râzî, Tahrîr, 49.
4 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 4b.
5 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 5a.

ve müsâdereler.”1 Fârâbî’nin yakînîler dediği kısım Kirmânî’nin bedîhîler olarak açıkladığı kısma mutabıktır. Zira bu ilkeler her ilmin başında öğrencide bulunması gereken ilkelerdir.2 Fârâbî’nin tanımlar olarak bahsettiği ilkeler ile Kirmânî’nin tanımları arasında da herhangi bir farklılık yoktur. Ancak son iki kısımda öyle görünüyor ki Kirmânî, aynı şeyi kastetmekle birlikte farklı bir adlandırma tercih etmektedir. Çünkü Fârâbî’ye göre bir ilmin başında kabul edilip o ilme devam edilmesi için gerekli olan ilkeler usûl-i mevzûa ve hüsn-i zan ile kabul edilen ilkeler müsâdereler iken3 Kirmânî’de durum tam tersidir.
Kirmânî, tüm bu şartları gözeterek nihai kertede tabir ilminin mevzusunu şöyle belirler:
[…] Yüce ilkelerle iletişimi sırasında mütehayyile gücünü kullanarak duyulur sûretlere ait akledilir sûretleri tasvir etmesi cihetinden nâtık ne- fis (en-nefsü’n-nâtıkatü min haysü tasvîruhâ’l-me‘ânî’l-ma‘kûle bi’s-suve- ri’l-mahsûseti bi’s-ti‘mâli’l-kuvveti’l-mütehayyile)4
Bu pasajda dikkat edilmesi gereken husus, Kirmânî’nin tabir ilmi için doğa bilimlerinden nefis ilmi ile aynı konuyu belirlemiş olmasıdır. Fakat tabir ilmi nefsi mutlak olarak değil, mütehayyile ile akledilir anlamları du- yuyla algılanan sûretlere dönüştürmesi cihetinden incelemektedir. Böylece Kirmânî, aynı mevzuyu bir haysiyet kaydı ekleyerek nefis ilminden tabir ilmine taşımıştır. Kirmânî’den önce benzer bir uygulamayı Nasîruddin Tûsî (ö. 672/1274), ahlak ilmi için yapmıştı. Nitekim Tûsî’ye göre ahlak ilmi- nin konusu “güzel, övgüye değer ya da kötü ve yerilen iradeli eylemlerin kendisinden ortaya çıkması yönünden insanî nefistir.”5
İlmin mevzusunun kendinden üst bir ilimde ispat edilmesi ya da bedîhî olması gerektiğinden dolayı Kirmânî, rüya tabiri ilminin mevzusu olan nefsi ispat etmeye çaba sarf etmez fakat onun güçleri ve ilkelerle iletişimi- nin niteliğini belirlemeye çalışır. Nefsin güçleri konusunda tamamen İbn Sînâcı bir anlayışa sahip olan Kirmânî, nefse ait beş dış güç ve beş tane de

1 el-Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, 61.
2 el-Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, 61.
3 el-Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, 63, 64.
4 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 5a.
5 Nasîruddîn et-Tûsî, Ahlâk-ı Nâsırî, çev. Anar Gafarov – Zaur Şükürov (İstanbul: Litera Yayıncılık,
2020), 26.

iç güç belirlemekte ve bunların açıklamasında büyük ölçüde Şifâ’nın nefis kitabını takip etmektedir.
Kirmânî, tabir ilminin konusu olarak belirlediği nefsi “zâtı ile idrâk eden, âletlerle tasarrufta bulunan soyut basit cevher” olarak tanımlar. Cevher olması onun kâim olmak için başka bir şeye ihtiyaç duymaması ve bir mevzuda olmaması anlamına gelir. Basit oluşu onun parçalanmaya konu olmayacağını, soyut oluşu duyusal işaretle işaret edilemeyeceğini yani herhangi bir konum sahibi olmadığını ifade eder. Zâtı ile idrâk eden olması, nefsin nesnelerin idrâki için herhangi bir aracıya ihtiyaç duymadığına, âletlerle tasarrufta bulunması ise nefsin, fiillerini bedenin organları aracılığıyla gerçekleştirmesine delâlet eder.1
Kirmânî’nin nefis tanımı, İslâm düşünce tarihi içerisinde nefis hakkında ortaya konulan farklı tariflerin bir özeti olarak görülebilir. Bununla birlikte onun tanımında yer alan temel unsurlara İhvân-ı Safâ’nın nefis tanımında rastlanmaktadır. İhvân’a göre nefis “zatıyla diri, bilici ve etkide bulunan bir cevherdir.”2 İki tanım arasında karşılaştırma yapılacak olursa İhvân’ın bilici ve etki eden olarak tanımladığı özellikler Kirmânî’de zatıyla idrâk eden ve tasarrufta bulunan olarak ifade edilmektedir. Basitlik ve soyutluk her ne kadar İhvân’ın tanımında geçmiyor olsa da onlar, risâlelerin birçok bölümünde nefsin maddeden ayrık, basit bir cevher olduğunu ortaya koymaya çalışırlar.3 Nefse ilişkin basitlik ve soyutluk anlayışı, İhvân’dan sonra Tûsî tarafından doğrudan nefsin tanımı içerisine alınmıştır.4 Kirmânî’nin her iki risâlede nefse yönelik zikretmiş olduğu tanım da kendisinin Aşera’da5 açıkça beyan ettiği üzere büyük ölçüde Tûsî’den iktibas edilmiştir.
Müellif ikinci fasılda nefsin güçlerinden bahsederken onları asker, nefsi de bu askerlerin başındaki önder olarak tasvir eder. Onun bu tavrı hem İhvân-ı Safa’da görülen hem de tasavvuf geleneğinde sıklıkla karşımıza çıkan nefis ve güçleri arasındaki ilişkinin temsil yoluyla aktarımını akla getirmektedir. Nitekim hem İhvân’ın risâlelerinde hem de bazı tasavvuf metinlerinde

1 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 6a, 6b.
2 İhvânu’s-Safâ, Resâilü İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ (Kum: Mektebetü’l-A‘lâmi’l-İslâmî, 1988), 2/461.
3 Veysel Kaya, Felsefe Ve Vahiy: Sa‘d b. Dâdhürmüz ve Felsefî Risâleleri (İstanbul: Klasik Yayınları, 2018), 90.
4 et-Tûsî, Ahlâk-ı Nâsırî, 27.
5 el-Kirmânî, el-Aşeratü’l-Kâmile (Fatih, 5377), 104a.

nefis, beden şehrinde bir sultana, güçleri ise o sultanın hizmetçilerine ben- zetilmektedir.1 Kirmânî, nefsin iç ve dış duyulardan oluşan algılayan güçleri ile beslenme, büyüme ve üreme gibi algılamayla ilişkisi olmayan güçleri olmak üzere birçok gücü olduğunu söyleyerek bu hususta İslâm felsefesindeki yaygın kanaati kabul eder. Ancak ona göre risâlenin amacıyla uyumlu olan kısım nefsin algılayan yönüdür. Bu nedenle nefsin sadece algılayan güçleri üzerinde duran Kirmânî, burada da İbn Sînâ çizgisini takip ederek dış duyuları; görme, işitme, dokunma, koklama ve tatma iç duyuları ise; ortak duyu, hayal, mütehayyile, vehim ve hafıza şeklinde sınıflandırmaktadır.2
Kirmânî’ye göre birbiriyle ilişki içerisinde bulunan şeyler arasında mutlaka bir münasebet olmalıdır. Fakat nefis latif, buna karşın beden kesif olmasına rağmen birbirleriyle ilişki kurabilmektedirler. Kirmânî bunu, Allah’ın hikmetlerinden bir hikmet olarak görür.3 Ona göre bu ilişki, bedenin kalp olarak bilinen uzvunda yer alan küçük bir kan parçası aracılığıyla gerçekleşir. Sıcaklık bu parçaya hükmettiğinde ondan bir buhar yükselir. İşte nefis öncelikle ruh olarak isimlendirilen bu latif buharla etkileşime geçer. Kalpten damarlar yoluyla bu buhar diğer uzuvlara da ulaşmaktadır. Böylece nefis tüm beden üzerinde tasarrufta bulunabilir.4 Nefis bu şekilde çok fazla maddeyle iletişime geçtiğinden dolayı kendisi melekût âleminden olmasına rağmen o âlemden perdelenir. Bu perdeyi kaldırmak da ancak nefsin bedenle olan irtibatını kesmekle mümkündür.5 İşte rüya, bu irtibatın bir ölçüde kesilebildiği olaylardan biridir.
Tabir ilminin konusunu, “yüce ilkelerle iletişimi esnasında mütehayyile yardımıyla akledilir anlamları duyuyla algılanan sûretlerle tasvir etmesi bakımından nefis” olarak belirleyen Kirmânî, bu ilmin ilkelerini bizzat bu ilimdeki tümel kaidelerin ilkeleri, meselelerini tikel rüyaların tevilinin üzerine inşa edildiği tümel kaideler, gayesini ise tikel rüyaların tevilini çıkar- sama olarak belirler.6

1 İhvânu’s-Safâ, Resâil, 2/468; Ebû Hâmid el-Gazzâlî, Kimyâ-ı Saâdet, çev. A. Faruk Meyan (İstanbul: Bedir Yayınları, t.y.), 21.
2 el-Kirmânî, Levâmi‘ (Ayasofya, 3025M), 9b-13a.
3 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 7a, 7b.
4 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 7b.
5 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 8a.
6 Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 5a, 5b.

EL-AŞERETÜ’L-KÂMİLE
LEVÂMİ‘U TENVÎRİ’L-MAKÂM FÎ CEVÂMİ‘İ TA‘BÎRİ’L-MENÂM
Rüya Tabiri İlmi

ALÂADDÎN EL-KİRMÂNÎ (ö. 15-16. yy)

Hazırlayan
Mustafa Özbakır

Rüya Tabiri İlminin Tanımı

EL-AŞERETÜ’L-KÂMİLE
LEVÂMİ‘U TENVÎRİ’L-MAKÂM FÎ CEVÂMİ‘İ TA‘BÎRİ’L-MENÂM
Rüya Tabiri İlmi

ALÂADDÎN EL-KİRMÂNÎ (ö. 15-16. yy)

Hazırlayan
Mustafa Özbakır


Rüya tabiri ilmi, İslâm felsefe geleneğinde doğa bilimlerinin bir dalı olarak incelenmektedir. İslâm filozoflarına göre tabir ilmi, rüyayı gerçekleştiren mütehayyile gücünün müşahede ettiği sûretlerin hangi anlamlara karşılık geleceğini belirlemekten ibarettir. Hâl böyle olunca nefsin müşâhedesine karşılık gelecek sûretleri tespit eden bilim dalı da doğa bilimleri içerisinde görülmektedir. Söz gelişi İbn Sînâ (ö. 428/1037), bilimler tasnifi yaptığı Risâle fî Aksâmi’l-Ulûmi’l-Akliyye isimli küçük hacimli risâlesinde rüya tabiri ilmini tıp, feraset gibi ilimlerle birlikte doğa bilimlerinin (tabiiyyât) alt dalları arasında zikretmekte ve onun amacını şöyle belirlemektedir:
Mütehayyile ile rüyada görülen şeylerden hareketle, nefsin gayb âleminde görüp mütehayyilenin başka bir örnek yoluyla hayal ettiği şey hakkında çıkarımda bulunmaktır (ve’l-garazu fîhî el-istidlâlu mine’l-mütehayyelâti’l-hul- miyye alâ mâ şâhedethu’n-nefsu min âlemi’l-gaybi fehayyelethu’l-mütehayyile- tü bimisâlin gayrihî)”1
Alıntılanan pasajda İbn Sînâ, rüya tabiri ilmini açık bir şekilde tanımlamaya girişmez. Fakat onun bu ilimde amaç olarak zikrettikleri aslında tabir ilminin gaye bakımından tarifi olarak değerlendirilebilir. Nitekim İbn Sînâ’nın bu ifadeleri, kendinden sonraki filozoflar tarafından tabir ilminin tanımı olarak kullanılmıştır. Mesela Kâdî Beyzâvî ve İbnü’l-Ekfânî’nin bi- limler tasnifi kitaplarında rüya tabiri ilmi, İbn Sînâ’da olduğu gibi doğa bi- limleri içerisinde zikredilmekte ve onun tabir ilminin amacı olarak dile getirdiği ifadeler, tabir ilminin tanımı olarak kullanılmaktadır. Kâdî Beyzâvî (ö. 685/1286), Ta‘rîfâtü’l-Ulûm’da tabir ilmini şöyle tanımlar:
Mütehayyile ile rüyada görülenlerden hareketle, nefsin uyku hâlinde gayb âleminde görüp mütehayyile güçlerinin gayb âleminde görülene delâlet eden şehâdet âlemindeki bir örnekle hayal ettiği şey hakkında çıkarımın bilindiği bir ilimdir. (ilmun yu‘rafu minhu’l-istidlâl mine’t-tahayyulâti’l-hul- miyye alâ mâ şâhedetha’n-nefsû hâlete’n-nevm min âlemi’l-gaybi fehayyelat- hu’l-kuva’l-mütehayyile bimisâlin yedüllü aleyhi fî âlemi’ş-şehâde)2

————-

1 M. Cüneyd Kaya, “İbn Sînâ’nın Kitâbu aksâmi’l-hikme ve tafsîlihâ’sı: Tahkik ve Tercüme”, Tahkik İslami İlimler Araştırma ve Neşir Dergisi 3/1 (2020), 30.
2 Mansur Koçinkağ, “Kâdî Beyzâvî’ye (V. 685 / 1286) Göre İlimlerin Tasnifi ve Munîf fî Sinâ’ati’t-Tarîf/ Ta’rîfâtü’l-’Ulûm Adlı Eserinin Edisyon Kritiği”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi 26 (2015), 399.

—————

Beyzâvî bu tanımda, İbn Sînâ’nın ifadelerinde üç değişikliğe gitmektedir. Birincisi, İbn Sînâ’nın ifadelerini tanıma dönüştürmektedir. O, bunu yaparken öncelikle tüm ilimlerin cinsi konumunda olan ilm kelimesini tanım içerisinde kullanmakta ardından tanımın faslı sayılabilecek kısmı zikretmektedir. Beyzâvî, ikinci olarak tanıma uyku hâlinde kaydını ek- lemektedir. Bu kayıt, filozofların rüyanın ve mütehayyilenin mâhiyetine ilişkin görüşleri ile birlikte düşünülürse tanımda bulunması gerekli bir kayıttır. Çünkü onlara göre peygamberlerde olduğu gibi mütehayyile gücü, bazen rüyadaki etkisini uyanıklık durumunda da gösterebilir. Beyzâvî’nin tanımındaki üçüncü farklılık, İbn Sînâ’nın muğlak bıraktığı örnek kelimesini şehâdet âleminde lafzıyla açıklığa kavuşturmasıdır. Beyzâvî’nin rüya tabirine getirdiği bu tanım, uyku hâlinde kaydı dışında küçük farklılıklarla İrşâdü’l-Kâsıd’da İbnü’l-Ekfânî (ö. 749/1348) tarafından da tekrar edilir.1
Bu isimlerden farklı olarak tabir ilmini şer‘î ilimler arasında gören2 İbn Haldun’a (ö. 808/1406) göre ise “rüya tabiri ilmi, tabircinin, anlatılanların (rüyada görülenlerin) tabirini üzerine inşa ettiği külli kaidelerin ilmidir (ilmün bi-kavânîne külliyyetin yebnî aleyha’l-mu‘abbiru ibârete mâ yukas- su aleyh).”3 İbn Haldun’un tanımı, önceki tanımlardan farklı olarak rüya tabiri ilminin kaidelerini tanımın merkezine almaktadır. Bu kaideler, tabircinin rüyayı tabir ettiği esnada verdiği hükümlerin asıllarını teşkil eden kurallar bütünüdür.
Kirmânî’ye göre ise rüya tabiri ilmi, nefse ilişkin bir ilim olması itibariyle doğa bilimlerinin konuları arasında yer almakla birlikte -muhtemelen nefsin gayb âlemiyle iletişime geçmesi itibariyle- metafiziğin alt dalların- dandır. O, doğa bilimleri ile metafizik arasına bu şekilde konumlandırdığı tabir ilmi için Levâmi‘in mukaddimesinde, birinci faslın başında iki farklı tanım zikreder. Bu tanımlardan ilkine göre rüya tabiri usulü ilmi “üzerine tikel rüyaların tevilinin inşa edildiği tümel kaidelerdir (kavâ‘idün külliy- yetün yebtenî aleyhâ te’vîlü’l-menâmâti’l-cüz’iyyeti)”. Ona göre bu tanım, ilmin meselelerden ya da o meselelerin tasdikinden ibaret görülmesi hâlin-

————

1 Ebû Abdullah Muhammed İbnü’l-Ekfânî, İrşâdü’l-Kâsıd ilâ Esna’l-Makâsıd, thk. Abdülmünim Mu- hammed Ömer (Kâhire: Dârü’l-Fikri’l-Arabî, ts.), 177.
2 Ebû Zeyd İbn Haldun, Mukaddime (Kâhire: Dârü’l-Fecr li’t-Türâs, 2010), 589.
3 İbn Haldun, Mukaddime, 592.

————

de geçerli bir tanımdır. Ancak ilmin meselelerden ibaret değil de meleke olarak görülmesi durumunda rüya tabiri usulü ilminin tanımı “söz konusu tümel kaidelerden tikel rüyaların tevilini çıkarım melekesi (istinbâtu te’vî- li’l-menâmâti’l-cüz’iyyeti min tilke’l-kavâ‘id)” olur.1
Kirmânî’nin tanımlarında ortak olan husus, tabir ilminin tümel kaideler olmasıdır. Tümel kaide, altındaki tikellere tatbik edilmesi mümkün genel hükümleri verir. Böylece zihin o tümellerden hareketle altındaki tikellerin hükümleri hakkında bilgi sahibi olur. Örneğin nahivci “fail merfu- dur” şeklinde genel bir kaide belirledikten sonra fail olduğunu tespit ettiği bütün kelimelerin merfu olduğu hükmüne kolaylıkla ulaşabilir.2 İşte rüya tabiri ilmi de bu şekilde tabirde kullanılabilecek tümel kaidelerin bir araya getirildiği ilimdir.
Müellifin rüya tabiri usûlü ilmine getirmiş olduğu tanımlarda farklı iki cihetin gözetildiği aşikârdır. Birinci tanımda kendisinin de belirttiği gibi ilim, meselelerin tasdiki veya meselelerin kendisi olarak kabul edilmiş ve tanım da buna göre yapılmıştır. Çünkü bir ilmin asıl konusu meselelerdir. Öncelikle bu meseleler icmâlî olarak tespit edilir ve ardından bu meselelerin karşısına ilim vazedilir. Dolayısıyla ilim bu meselelerin tamamını tasdik etmekten ibaret olur. Nitekim bazı mantıkçılar bir ilmin tanımının o ilmin tüm parçalarını kuşatması gerektiği düşüncesinden hareketle ilmin tam tanımının meselelerin tasdiki ile yapılacağını iddia etmişlerdir.3 Eğer bu kabul edilecek olursa müellifin rüya tabiri usûlü ilmi için yapmış oldu- ğu birinci tanım, tam tanım olacaktır. İkinci tanıma gelince bu tanımda itibar edilen cihet, ilmin bir meleke olarak ilim sahibinde hâsıl olmasıdır. Meleke, keyfiyet kategorisi altında yer aldığından dolayı bilen bir zihinle kâim olmak zorundadır. Çünkü keyfiyet bir araz türüdür ve kendi başına kâim olamaz.4

————-

1 el-Kirmânî, Levâmi‘, Ayasofya, 3025M, 4b.
2 Kutbuddin er-Râzî, Tahrîru’l-Kavâidi’l-Mantıkıyye fî Şerhi’r-Risâleti’ş-Şemsiyye (İstanbul: Haşimi Ya-
yınları, 2017), 43.
3 er-Râzî, Tahrîr, 45.
4 Ömer Mahir Alper, “Avicenna On The Ontological Nature Of Knowledge And Its Categorical Status”,
17
ed. Macksood A. Aftab Vd., Journal Of Islamic Philosophy 2 (2006), 31.

————

Bir başka görüşe göre ilmin meleke ve tümel kaideleri bilmek şeklinde iki farklı şekilde tanımlanması o ilmin tümel veya tikel oluşuyla ile ilgilidir. Buna göre tümel ilim, tümel kaideleri bilmekten ibarettir ve bu tümel ilim, meleke olarak isimlendirilemez. Tikel ilimler ise kişide meleke olarak bulunur. Çünkü tikel ilimler, bu meleke sayesinde tikel olaylar ve durumlara tatbik edilir.1 Kirmânî’nin bu görüşü dikkate alıp almadığı konusunda net bir şey söylemek zordur. Fakat onun tabir ilmi için yaptığı tanımlar, bu bağlamda değerlendirilecek olursa ilk tanım, tabir ilminin tümel tarafına yani sadece kaidelerine, ikinci tanım ise bizzat tevil esnasında tikellere uygulanmasına taalluk etmektedir denebilir.

İSLAMÎ DESTANLARIN RÜYA MOTİFİ BAĞLAMINDA GEÇİŞ DÖNEMLERİ

TRANSITIONAL PERIODS OF ISLAMIC EPICS IN THE CONTEXT OF DREAM PATTERN Fatma YILDIRMIŞ * Öz Destanlar, Türk kültür tarihi içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Edebî bir ürün olmakla beraber tarihî, siyasî, sosyal, etnografi, ve destanî özellikleri bakımından pek çok açıdan incelendiğinde Türk kültürünün ve tarihinin belli dönemlerine ayna tutmaktadır. Buradan yola çıkılarak destanlarda, Türklerin yaşam biçimi, dünya görüşü, olaylara bakışı vb konularda tespitlere ulaşılabilir. Çalışmada, İslamiyet’in etkisinde gelişen destanlar ele alınarak rüyaların kahramanların hayatlarının geçiş dönemlerinde nasıl bir etki oluşturduğu, ne gibi fonksiyonlara sahip olduğu üzerinde durulmuştur. Karşılaşılan sonuç; doğumundan önce anne- babasına haber verilmesinden tutun evleneceği kişilerin kim olduğuna, kahramanın öleceğinin bildirilmesinden vasiyetine kadar birçok durumda rüyaların, destanlardaki olay örgülerinin ilerlemesi açısından işlevsel olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: İslamiyet, Destan, Rüya, Doğum, Evlenme, Ölüm.

Abstract Epics have a very important place in Turkish Cultural History. They are both literary products and they have held a mirror to particular periods of Turkish Culture and History when examined in terms of historical, political, social, ethnographic and in many other perspectives. Starting from this point of view, the matters such as the way of life of Turks, their worldview and perspectives to the events can be reached in the epics. Perhaps, there has been so significant information on the customs and life styles of the societies that no other source includes this information. Turkey, with the adoption of Islam, has entered into a new culture circle. The works which can be considered as historical novels of folk literature Battalname, Danişmendname, and Saltukname are very important texts in terms of Turkishness and Islam’s spread and settlement in Anatolia and Rumelia. The transitional period of human life, such as birth, marriage and death processes have come into focus in the epics which are especially created under the influence of Islam. The dreams with epic motif play an important role in determining the action plans of hero in the Islamic-character epics. In this respect, the dreams have many functions such as prophesying, becoming muslim of non-muslims, and becoming guide for the hero. In this study, the epics that have developed in the influence of Islam are studied and what kind of impact it creates on the transition periods and what kind of functions it has are focused. The attained result, the dreams, in many situations from informing the parents before the birth, and whom the person will get married, and notifying the death to legacy, are seen functional in terms of the progress of the plot in the epics.

Keywords: Islam, Epic, Dream, Birth, Marriage, Death.

Giriş

1. Rüya

Semboller, insanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, özellikle günümüze ulaşan mitolojik öykü, destan, efsane ve kutsal metinlerde kullanılır. Farklı yüzyıllarda ve farklı coğrafyalarda yaşamış insanların benzer semboller kullanmaları sembol dilinin evrensel yönünü ortaya koyar. Sembol dili, karakterleri tanıtmak, tema, zaman ve mekân gibi unsurlara açıklık kazandırmak ve anlatımı etkili kılmak gibi amaçlarla eserlere zenginlik katmak için kullanılır. Semboller; kimi eserlerde sembolik anlam taşıyan mekân, zaman, kişi, renk, şekil ve sayı olarak, kimi eserlerde de kişinin bilinçaltını ve karmaşasını yansıtan rüya ve arketiplerin içine gizlenerek karşımıza çıkar (Yılmaz, 2011: 45). Bu araştırmada da rüya sembolünün İslamiyet’in kabulünden sonraki destanlara nasıl bir zenginlik kattığı incelenecektir. Rüya; Arapça “re’y: görme, görüş” mastarından türemiş bir kelimedir. Sözlükte “düş” (Develioğlu, 1997: 902); uyku sırasında görülen şey (Doğan, 1987: 944) gibi anlamlara gelir. Rüyalar, insan hayatının derinliklerini ve sırlarını yansıtan psikolojik verilerdir (İmamoğlu, 2010: 21). Rüyalar, tarih boyunca pek çok bilinmeyenin anahtarı, insanın ve geleceğinin habercisi olarak kendisinden zaman zaman korku duyulmuş veya kendisine hayranlık uyandırmış, edebi eserlerin pek çoğuna konu olmuş ve bu eserlerde farklı işlevler üstlenmiştir. (Günay, 2015: 126). Metinlerde görülen her rüya motif özelliği taşımaz. Bir rüyanın motif sayılabilmesi için, olaylarda aktif bir rol oynaması, olayların akışını etkileyen fonksiyonel bir özelliğinin bulunması gerekmektedir. Bu nedenle de metinde olay örgüsüne – 158 – etki eden, belirli bir işlevselliğe sahip olan rüyalar ancak motif sayılabilir (Kuzubaş, 2007: 306). Rüya motifi, Türk dünyası âşıklık ve destancı1ık geleneklerinde oldukça yaygın olan bir motiftir. Hemen hemen her Türk boyunda bu motife rastlanır.

Geleneksel sembollerle ifade edilen ve kişinin toplumsallaştığı çevrenin kültürel mana kodlarını taşıyan rüyalar, toplum kültürünün uzantıları durumundadır. Bu açıdan bakıldığında rüyalardaki semboller, bizzat kişinin yaşadığı olaylar olabileceği gibi sözlü anlatılarla şekillenen geçmişin izlerini de taşıyabilir. Bu bağlamda rüyalar, psikolojik boyut yanında, kültürel değer ve sembolleri de içine alan toplumsal bir olgu olarak da anlam kazanır (Karaman, 2004: 148).

Kutsal Kitaplardan ilkçağ yazılı kaynaklarına kadar neredeyse her dönemde ve millette rüya olgusunun ve algısının önem taşıdığını görülmektedir. Bugün, M.Ö. yaşamış olan Babil ve Asur toplumlarına ait rüya tabletlerinin olduğu bilinmektedir. Rüyalarında kötü ruhlarla karşı karşıya geldiklerine inanan Babilliler, rüya Tanrıçası olarak kabul ettikleri Mamu’dan yardım istemişlerdir. Mısırlılar ise, rüyayı Tanrıdan gelen bir ileti olarak kabul etmişlerdir. Mısır rüya Tanrısı Serapis adına yapılan tapınaklarda, kâhinler ve rüya tabircileri otururdu. Rüya görmek isteyenler ise gece boyunca bu tapınaklarda kalırdı (Duymuş Florıotı ve Eser, 2013: 74). Saray görevlileri arasında yer alan rüya yorumcuları, “Gizli Şeylerin Ustaları” diye çağrılırdı. Bunların bir başka adı da “Büyü Kitaplığının Bilgili Adamları” idi. Yazıya geçirilmiş rüyalarda aracı yoktu. Kimi zaman Tanrılar doğrudan rüyada görünüp insanlardan kendileri için dindarca bir davranış bekliyorlar ya da bir uyarıda bulunuyorlardı. Kimi zaman ise kendilerine sorulan bir soruya karşılık veriyorlardı (Dönmez, 2001: 41). Çinliler, rüya kaynağı olarak fizikî ve astrolojik faktörleri göz önünde bulundurmuşlardır. Hindistan’da ise, M.Ö. 1500-1000 yıllarına dayanan Veda’larda rüya listeleri ele geçmiştir. Buna göre, kötü rüyalardan arınmak için özel hazırlanmış sularda yıkanmak gerekirdi. Gecenin farklı zamanlarında görülen rüyaların, olayların gerçekleşme zamanı ile alâkası olduğu düşünülmekteydi. V. yüzyılda Eski Yunan’da ruhun rüya esnasında vücudu terk edip Tanrılarla görüştüğü kabul ediliyordu. Ünlü Yunan hekimi Hipokrat, rüyalara büyük ölçüde bedenî yönden bir işaret olarak önem vermiş; fakat bazı rüyaların ilahî olduğunu da kabul etmişti. Roma’da ise Yunan etkisi ile rüyalara önem verilmiştir. Bazı tanınan Romalıların birçoğunun rüyaları, M.Ö. II. yüzyılda yazıya geçirilmiştir (Duymuş Florıotı ve Eser, 2013: 74). Eskiçağda rüyalardan, hastaları sağlığa kavuşturmak amacıyla da yararlanılmıştır. Eski Yunanistan’da rüyalara bir sağaltım yöntemi olarak çok büyük önem veriliyordu. Yunan dünyasında diğer alanlarda olduğu gibi tıbbın da bir Tanrısı vardı. Bu Tanrı Asklepios’tu. Yunanlıların büyük çoğunluğu onun iyileştirici gücüne inanıyordu. Antik dönemde Yunan sağlık Tanrısı adına kurulmuş 600 tapınak vardı. Bunların en görkemlisi ve en ünlüsü Epidauros’taki Asklepios tapınağıydı. İkinci önemli tapınak ise Bergama’daydı (Dönmez, 2001: 43). Bugün Bergama harabelerinde görülen ünlü hastanenin tedavi metodu da hastanın burada göreceği rüyalar temeline dayanmaktaydı. Buraya gelen hasta içeri girince önce adaklarını keser, sonra havuza girerdi. Şayet iyi olacaksa havuz, su verirdi. Su verilen hasta, 50 m. kadar aynalı bir koridorda yürürken “Hasta, iyi olacaksın!” şeklinde bazı sesler duyduğunu iddia ederdi. Hasta daha sonra borulardan geçilen bir odaya alınırdı. Doktorun tedavisi hastanın o gece göreceği rüyaya göre yapılırdı. Bu bağlamda, İlkçağ insanı rüyaların, geçmişten ve gelecekten işaretler verdiğine inanıyor ve doğru bilginin bu işaretlerin yorumlanmasıyla oluşacağını düşünüyordu. Libyalı Synesius, Tanrısal mesajların rüyalar vasıtasıyla, efendi- köle ayırt etmeksizin herkese açık olduğunu çünkü rüya görmek için herhangi bir alet ve edevata ihtiyaç olmadığını yazmaktadır (Duymuş Florıotı ve Eser, 2013: 75). Bu tapınaklarda hastalara uygulanan sağaltım doğaüstü özellikler de içeriyordu. Hastanın rüya uykusuna yatırılması, sağaltımın en önemli özelliğiydi. Rüyayla sağaltım, ancak inancı çok güçlü bir toplumda geçerli olabilirdi. Çünkü burada kutsal güçlerle ya da onun yardımcılarıyla açık bir iletişim söz konusuydu (Dönmez, 2001: 43).

Budizmin kurucusu olan Buda’nın doğumu ile ilgili rivayetlerde bir rüyadan bahsedilir. Rivayete göre Buda’nın annesi Maya, Buda’nın doğumundan önce bir rüya görmüş ve bu rüyada ona doğacak olan oğlan çocuğunun ileride ünlü bir mürşit olacağı bildirilmiştir (Tümer ve Küçük, 160). İsrailoğulları Mısır’da köle olarak yaşarken dönemin Mısır firavunu bir rüya gördü. Kâhinler, yakında İsrailoğulları içinden bir erkek çocuğun dünyaya geleceğini ve bu çocuğun firavunun tahtını elinden alacağı şeklinde rüyayı yorumlardılar (Özbay ve diğerleri, 2010: 39). İslâm düşünürleri, rüyayı yaratıcı ile yaratılanlar arasında uyarıcı ve eğitici bir araç olarak görmektedir. Rüyalar vasıtasıyla edinilen bilgi, kesin değildir. Ancak deneme yanılma yoluyla kesinliği tam olarak anlaşılabilir. Kişi, rüyaları doğru yorumlamak suretiyle, kendi iradesi ile karar verip onu kullanma hakkına sahiptir. Bu açıdan kimi zaman bir müjde, kimi zaman bir uyarılma, kimi zaman ise bir ilham suretinde rüyalardan faydalanılabilir (Akot, 2011: 111).

İslam düşünürlerinin görüşleri rüyanın mahiyeti, çeşitleri ve rüya tabiri gibi hususlarda pek de farklı değildir. Genel olarak rüyalar üç kısma ayrılır.

a) Rahmanî Rüya: Allah tarafından uykuda iken doğrudan veya bir melek vasıtasıyla gerçekleşen rüyalardır.

b) Nefsanî Rüya: Nefsin telkinleri ve fikirlerin çağrışımıyla görülen rüyalardır. Kişi uyanıkken ne işle meşgulse rüyasında onunla ilgili birtakım şeyler görür.

c) Şeytanî Rüya: Uykuda şeytanın telkini ile görülen rüyalardır (Yüksel, 1996: 144-146). Birincisi açık olduğundan yoruma gerek yoktur. İkincisi rüya-yı sadıka olup yorumlanması gerekmektedir. Üçüncüsünün ise gerçekle ilişkisi yoktur (Uludağ, 2001: 303-301).

2. Türk Destanlarında Rüya Motifi

Destanlar, ait olduğu milletin, karakteristik özelliklerini gösteren bütün duygu ve düşünce yapısını gösteren bir türdür. Destanlar, milletlerin geçmişlerindeki diri ve canlı hedeflerin geleceğe aktarılmasında birinci derecede önemli olan yazılı veya sözlü belgelerdir. Destanlarda bir milleti millet yapan bütün unsurları bulmak mümkündür (Güzel, 2006: 122). Bu bağlamda değerlendirildiğinde Türk kültürünün estetik bir tahlili olan Dede Korkut hikâyelerinin, yaşam gibi doğum hikâyesi ile başlayıp ölüm hikâyesi ile sona ermesi tesadüfî değildir. Nitekim Oğuz toplumunun sembol isimlerinden Boğaç Han, ilk hikâyede dualarla, adaklarla dünyaya gelir. Son hikâyede ise Bamsı Beyrek’in ölümü, insan gerçeğiyle bütünleşerek eseri şekillendirmiştir (Eliuz, 2001: 83).

Destanlar, eski gelenek, görenekleri, içinden çıktığı toplumun dünya görüşünü yansıtırlar. İslamiyet’in kabulünden sonraki dönemde teşekkül eden Müslüman gazi kahramanların savaşlarını, yaşayışlarını anlatan destanlarda bile doğum, ad verme, evlenme, ölüm, yas törenleri, askerlik, savaş, av töre ve yasalarını anlatan kısımlar İslam’dan önceki devirlerin izlerini taşımaktadır (İnan, 1998: 201). Türk destanlarındaki rüya motifleri, destanların kuruluşundan olayların gelişip tamamlanmasına kadar olan süreçte kendini gösterir. Neredeyse bütün destanlarda yer alan rüya motifi birinci veya ikinci derecede kişiler tarafından görüldüğünden genellikle destanın gelişip teşekkül etmesini sağlarlar ve başarıların tamamlanmasında etkili olurlar (Öztürk, 1980: 85).

Rüya motifi, destan içerisinde farklı görevler alarak hem destanı zenginleştirir hem de destanın sanatsal değerini arttırır. Destanlardaki rüyaların işlevlerini sıralamak gerekirse;

1. Rüyalar, gelecekteki olaylardan haber verir. Rüyaların gelecekten haber vermesi, destandaki olay örgüsünün rüya motifiyle temellendirildiğini gösterir. Kahramanın doğumu, fetihler, savaş galibiyetleri, savaş mağlubiyetleri, karşılaşılacak tehlikeler ile ilgili rüyalar, geleceği tayin eder.

2. Rüyalar, kahramana rehberlik eder. Düşmana karşı zor durumda iken galip gelebilmek, tılsımlı olayları çözebilmek, olağanüstülük kazanabilmek, silah yapabilmek içi rüyaların rehberliğine ihtiyaç hissedilir.

3. Cihat ve fetih düşüncesinin birlikte yer aldığı Türk destanlarında rüyaların en önemli işlevi, rüyayla birlikte gayrimüslimlerin Müslüman olmasıdır.

4. Bazı kahramanların yaralarının rüyada iyileştirilmesi, rüyaların en güzel işlevlerindendir.

5. Türk destanlarında esir olan kahraman veya kahramanın yakınlarının rüya sonucu esaretten kurtulmaları, rüya motifinin diğer bir işlevidir.

6. Destanlardaki rüyaların bir işlevi de bazı emir ve isteklerin kahramana iletilmesidir. Özellikle İslamiyet sonrası destanlarda rastlanılan bu motifte, din uluları rüya yoluyla kahramana yapması gerekenleri iletirler.

7. Âşık Edebiyatımızda görülen ve âşığı sade kişilikten sanatçı kişiliğe yükselten kompleks rüya motifine (Günay, 1999: 94) destanlarda da rastlanır.

Rüyaların işlevleri, sadece destanları değil halkın kültürünü aktaran birçok edebi eseri zenginleştirmiştir. İçinden çıktığı toplumun iç dinamizmini yansıtan hikâyelerde de gelecekten haber veren, olay akışını yönlendiren, emir ve isteklerin kahramana iletilmesi gibi rüyaların işlevlerine rastlanılmaktadır (bknz Duran, 2016).

Türk destanlarında rüya motifine ilk olarak Oğuz Kağan Destanı’nda Uluğ Türk tarafından görülen rüyada rastlanmaktadır. Bu rüyada Uluğ Türk, bir gün rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok görür. Oklar kuzeye doğru, yay da gün doğusundan gün batısına doğru yönelmiştir. Rüyayı dinleyen Oğuz Kağan, ülkesini rüyanın tabirine uygun olarak oğullarına paylaştırır. Rüya, Oğuz boylarının geleceği ve teşkilatlanması açısından haberci niteliğindedir (Yardımcı, 2007: 64)

İslamiyet’i kabul etmesiyle Türkler, yeni bir kültür dairesine geçmiştir. Zamanla sahip olduğu kültürel birikim ya İslami bir kılığa bürünmüş ya da unutulmuştur. Bu adaptasyon ve unutma sürecinin izlerini, en somut şekilde, farklı zamanlarda oluşmuş destanlarda takip edebilir. Bu destanlar içerisindeki olaylar, kahramanlar ve motifler, yeni kültür çevresinin edinimleriyle dönüşüm süreci içerisine girerek güncelliğini koruma eğiliminde olmuştur (Duman, 2012: 191).

İslâmî Türk destanları, Anadolu’da Türk kültürüyle şekillenmiştir. Anadolu’da meydana gelmiş ilk Türk destanı ve dolayısıyla da oluşan destan zincirinin de ilk halkası Battal Gazi Destanı’dır. Battal Gazi Destanı, VIII. yüzyılda Emevî-Bizans savaşlarında tanınmış Battal Gazi adlı bir kahramanın din için yaptığı savaşları konu edinen destan veya destanî halk hikâyesidir. Menâkıb-ı Gazavât-ı Seyyid Battal Gâzi, Hikâyet-i – 160 – Seyyid Battal Gâzi, Seyyid Battal Gâzi Menkıbeleri, Kitab-ı Battal Gâzi gibi pek çok isimle de anılmaktadır (Demir ve Erdem, 2006: 113). Bu destan tarihi bir konu üzerine kurulmuş ve Türklere ait bir kahramanlık destanıdır. Destanda İslam dininin unsurların kuvvetli bir şekilde dikkat çekmektedir. Peygamber soyundan gelen bir İslam kahramanın Müslümanlığı yaymak düşüncesiyle yaptığı cenkleri anlatır (Köprülü, 2004: 278-279). Türk kültüründe çok sevilmesinin ve yaygınlaşmasının sebebi, Battal Gazi’nin İslâmiyet’in yayılması uğruna kahramanlık göstermesi ve kahramanlığın mekânının Anadolu olmasından kaynaklanmaktadır (Demir ve Erdem, 2006: 109).

Dânişmend Gazi Destanı, Anadolu’da, Malatya’dan başlayıp İstanbul’a kadar uzayan çizginin Dânişmend Gazi ve arkadaşları tarafından fethini, Malazgirt Savaşı’ndan hemen sonra Anadolu’da başlayan Türk-Bizans mücadelelerini anlatmaktadır. Yani destanda sözü geçen mekân bugünkü Türkiye’nin Malatya, Kayseri ve Ankara’dan İstanbul Boğazı’na çekilecek bir çizginin kuzeyidir (Demir ve Erdem, 2006: 111). Bu tarihi şahsiyet etrafında teşekkül eden destan Battal Gazi Destanı’nın bir devamı, Anadolu fethine ait Türk destanın ikinci aşaması olarak kabul edilebilir (Köprülü, 2004: 280).

Dânişmend Gazi Destanı, tarihî özelliklerinin yanında XIV. ve daha önceki yüzyıllarda Türklerin gelenek, görenek ve hayat tarzının incelenmesi açısından önemli bir kaynaktır (Demir ve Erdem, 2006: 110).

Köroğlu Destanı uzun asırlardan günümüze gelen Orta Asya’dan Balkanlara kadar Oğuz Türkleri arasında bilinen, hâlâ anlatım geleneğindeki yerini koruyan, sevilen bir destanıdır. Köroğlu Destanı gibi hayatiyetini ve dinamizmini bu derece koruyan ve icra alanı geniş bir esere başka milletlerin hayatında rastlamak zordur. Köroğlu’nun Türk kültür ve edebiyatında özel ve önemli bir yeri vardır (Bars, 2008: 176).

Kırgızların millî destanı olan Manas Destanı, Türk mitolojisinden ve bozkır kültüründen izler taşımaktadır. Beş yüz bin mısraının üzerinde olan destan, bu özelliğiyle dünyanın en büyük destanlarından biridir. Destanda hayatı anlatılan Kırgızlar, bir devlet kurma, dünyayı zaptetme, ülkelere hükmetme ülküsünden uzak, kabile hayatı yaşayan bir toplumdur. Destanda Kırgızların Kalmuk-Moğollar ve Çinlilerle yaptıkları mücadeleleri işlenirken Kırgızların folkloru, gelenek ve görenekleri, inançları gibi bilgilere de ulaşılabilir (Bars, 2014: 346).

Oğuz Kağan Destanı, Türklerin Oğuz boyunun tarihsel hayatını destanî biçimde anlatır. Tespit edilmiş yedi tane Oğuz Kağan Destanı’nın nüsha vardır. Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, Ebu’l-Gazi Bahadır Han Oğuznameleri, Cüveynî’nin Oğuznamesi, Yazıcıoğlu Ali Oğuznamesi, Uzunköprü Oğuznamesi, Kazan Oğuznamesi’dir. Bunlardan Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı nüshası dışında kalanların hepsi İslamiyet sonrası döneme aittir. Oğuz Kağan Destanı akıncı-atlı göçebe Türk kültürünün mahsulü olan eserlerdendir. Kahraman içinde yetiştiği toplumun ideal insan tipini temsil etmektedir. Oğuz’un ideali bütün dünyayı kendi hâkimiyeti altına almak, Türk Cihan Devleti kurmaktır (Bars, 2013: 181-183).

Çoğunlukla Osmanlı döneminde yazıya geçen bu menkıbevî metinler, Müslüman Türklerin maddî ve manevî fetihlerini konu edinmesinden ve sade dille oluşturulmasının etkisiyle köylerden saraya, ordudan edebiyat dünyasına kadar her kesim tarafından ilgi görmüş ve okunmuştur (Demir ve Erdem, 2006: 110).

Türk mitolojisi ve İslâmiyet öncesi Türk destanlarında geçen rüya motifiyle, İslâmiyet’in kabulünden sonraki döneme rastlayan, cihat ve fetih içerikli Türk destanlarında geçen rüya motifi karşılaştırıldığında din temasının öne çıktığı görülür. Özellikle mitolojilerde geçen rüyalar, Türk kültürü açısından önemli simgelerle (kurt, ağaç, ok, yıldız, yada taşı vb.) temellendirilmiştir. Bu semboller, Türk kültürü yansıtan niteliklerle doludur. İslâmiyet’in kabulünden sonraki dönem destanlarındaki rüyalarda, semboller az kullanılmıştır. Rüyaların ilettiği mesajlar daha açıktır ve doğrudan iletilir. Bu mesajları Hz. Muhammed, Dört Halife, Hızır, Kırklar, Pirler, Gaziler gibi din büyükleri iletirler. Destan, rüyada verilen bu mesajın işlevine ve görevine göre ilerler (Çelepi, 2010: 268-269). Rüyalarda görülen din büyükleri, aslında kahramanın rüyasında ortaya çıkan ortak bilinçdışından başka bir şey değildir. Arketipik nitelikler taşıyan bu kişiler bütün bir topluma mal olmuşlar, evrensel olanla kişisel olanı kendilerinde birleştirmişlerdir (Yılmaz M., 2011: 1885).

İslâmiyet öncesi Türk destanlarında, rüyalarda geçen simgelerden dolayı bu rüyaları yorumlayacak birilerine ihtiyaç hissedilirken, İslâmiyet sonrası Türk destanlarında rüyada verilen mesaj çok açık olduğundan bir yorumcuya ihtiyaç duyulmaz. Rüyayı gören, uyanır uyanmaz rüyadan ne anlam çıkaracağının bilir. İslâmiyet öncesi Türk destanlarında, rüya müjdeli bir haber verecekse, bu rüya bir toy eşliğinde anlatılır ve birilerinden yorumlanması istenir (Çelepi, 2010: 269).

2.1. Doğum Geçiş Döneminde Görülen Rüyalar

Doğum insan hayatının geçiş dönemlerinden birincisidir. Hayatın başlangıcı olan doğum, aynı zamanda soyun devamı manası da taşıyan ve birçok uygulamayı bünyesinde barındıran bir olaydır (Çelik, 2005: 199). Dünyaya gelen her çocuk sadece anne ve babasını değil aynı zamanda akrabaları, komşuları, soyu ve sopu da sevindirmiştir. Çünkü her doğum ailenin, akrabaların, soyun ve sopun sayısını artırmaktadır, sayı artışı gücün, dayanışmanın artması anlamına gelmektedir (Örnek, 2000: 131)

Doğum geçiş dönemiyle ilgili görülen rüyalar; Manas Destanı, Köroğlu Destanı, Battal Gazi Destanı ve Oğuz Kağan Destanı’nda görülmektedir. Manas ve Battal Gazi’nin doğuşu ile ilgili müjdeler rüyada telkin edilerek başlar.

Manas Destanı’nda Cakıp Han, çocuğu olmaması nedeniyle büyük bir üzüntü çeker “çocuk doğurmak için çarelere başvurmuyorsun” diye hanımı Çıyırdı’ya sitemde bulunur. Her ikisi de üzgün oldukları bir gece rüya görürler. Uyandıkları zaman rüyalarının çocuklarının müjdesi olduğunu anlarlar (İnan, 1972: 7-8).

Manasın doğumunda olduğu gibi oğlunun da doğumunda rüya motifine yer verilmektedir. Manas zehirlenmiş, karısı Kanıkey onu iyileştirmek için türlü ilaçlar yapar ama fayda vermez. Mekke’ye gider, Tanrı’ya dua eder. Kanıkey, Mekke’de yatarken gece rüyasında Manas’ın başında bir demir eğe görür, onu alır ve koynuna saklar. Kanıkey sabah olunca rüyasını tabir ettirir ve bir çocuğu olacağını öğrenir. Nitekim Kanıkey eve döndüğünde Manas iyileşir, hamile kalır (Ögel, 2003: 530).

Tarihsel bir hikâye haline gelmiş Battal Gazi Destanı’nda Hıristiyan ordularına karşı giriştiği çetin mücadeleler ve İslam’ı yaymak için yaptıkları savaşlar anlatılan Battal Gazi, Hüseyin Gazi’nin oğludur. Destanda, ava giden Hüseyin Gazi’nin önüne bir geyik çıkar. Hüseyin Gazi onu yakalamak için kovalar. Geyik bir mağaraya girer. Geyik kaybolur bu defa karşısına eğeri üstünde, gemi ağzında bir at çıkar. At çok alımlıdır. Hayretler içinde kalan Hüseyin Gazi, onu tutmak ister, ama at yanına yaklaştırmaz. Bu sırada mağara içinden bir ses gelir:

“Hüseyin’e itaat et, henüz vakit gelmedi ki ben seni Cafer’e göndereyim.”

At bu sesi duyunca sakinleşir. Hüseyin Gazi, O’nu yularından tutar ve yere saplı duran süngüyü çıkarıp alır. Süngünün üzerinde yazılar vardır ve ayrıca onda Hz. Peygamber’in iki tutam saçı bulunmaktadır. Hüseyin Gazi atına biner ve bu atı yedeğine alır.

Yolda düşündü ki “Cafer kimdir ki böyle silâhlar ona verilecek? Bu düşüncede iken uykucu geldi. Atını bağlayıp yattı. Düşünde bir pir gelerek:

—Ya Hüseyin! Müjdeler olsun sana ki o Cafer senin oğlundur. Doğumuna az kaldı. O gelecek ve tüm Rum’u Müslüman edecek. Öyle işler edecek ki hiçbir pehlivan yapmamış olacak, dedi. Hüseyin Gazi uyandı. Şükür secdesi etti. Kalkıp atına binerek şehre geldi. Bu hadiseden sonra Hüseyin Gazi’nin bir oğlu olur ve adını Cafer (Seyyid Battal Gazi) koyarlar (Köksal, 2007: 17).

Köroğlu Destanı’nda kahramanın doğumunda olağanüstülük göze çarpar. Destanın Türkmen, Kazak, Özbek versiyonlarında kahraman mezardan çıkartılır. Köroğlu’nun annesi ve babası ölür, annesi ölmeden önce hamiledir. Bu durum Köroğlu’nun dedesine bir rüya ile bildirilir.

“Adı Beğ’in ölümünden sonra büyük yalnızlık hisseden Cığalı Beğ çok üzgündür. Çünkü hem oğlunu hem de gelinin kaybetmiş, hem de kendi soyunun devam ettiricisi olacak torundan mahrum kalmıştır. Ancak bir gün uyumakta olan Cığalı Bey rüyasında; “Kalk Cığalı Beğ senin bir oğlun oldu, gelinin kabrine git yokla” diye bir haber gelir. Uyanıp etrafında kimseyi göremeyen Cığalı Beğ tekrar uykuya dalar ve aynı şey kendisine tekrar söylenince etrafından haber beklemeye başlar.” (Ekici, 2004: 106).

Cığalı Beğ’in büyük oğlu Gencim Bey’in çobanı, mezardan bir çocuğun çıkıp, keçi tarafından emzirildiğini görür. Çoban, olayı Gencim Bey’e anlatır. Gencim, kardeşinin karısının öldüğünde hamile olduğunu ve çocuğun, kardeşi Adı Bey’in oğlu olduğunu anlar. Cığalı Bey’e haber verilir, çocuk bir tuzak kurularak mezardan çıkarılır, eve götürülür. Adını Ruşen koyarlar. Fakat mezarda doğduğu için Köroğlu (guroğlu) olarak da anılmaya başlar.

Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan annesinden doğar doğmaz onu emmez. Diğer destanlarda böyle bir ayrıntıya yer verilmezken Oğuz Kağan Destanı’nda özellikle verilmesindeki amaç, İslamiyet etkisinin destana yansımasını göstermek olabilir. Destanda Oğuz Kağan, Müslüman olarak doğduğundan gayrimüslim annesini emmek istemez. Destanda bu olay şu şekilde anlatılır.

Kara–Han adlı Han’dı, Türklerin büyük Han’ı,

Aylar günlerden sonra, doğmuştu bir oğlanı

Üç gün, üç gece geçti, annesine gelmedi, Annenin memesinden, bir damla süt emmedi. Ban gelmedi diye, annesi ağlıyordu,

Sütüm emmedi diye, kalbini dağlıyordu. Ağlayıp sızlıyordu, beşiğe dolanarak,

“Sütümü az em!” diye, çocuğa yalvararak. Bakmadı annesine, annesi döğünürken, Gülmedi milletine, onunla öğünürken.

Annesi uyuyunca, rüyalarına girdi,

Annesiyle konuşup, şöyle öğütler verdi:

Dedi :-“Ey benim annem, öğüdümü alırsan!

“Yüce Tanrı’ya tapıp, eğer Hakkı tanırsan!

“O zaman memen alıp, ak sütünü emerim, “Bana lâyık olursan, adını anne derim!”

Bu emri duyan anne, henüz üç günlük alpten, Tanrı’ya bağlanmıştı, bütün ruhuyla kalpten, Türklerle, Hakanları, bu çağda kâfir idi,

Oğuz Han’ın sözüne, kalpten bağlanan anne, Tanrı’nın birliğine, artık inanan anne, Oğlunun sözlerini hiç kimseye demedi, Babasına açmadı, Türklere söylemedi.

Dedi: -“Ben söyler isem, beni de öldürürler, “Üç günlük oğlancuğu, ölüme götürürler!” İman edince anne, Oğuz aldı memeyi, Öğrenmeye başladı, artık anne demeyi (Ögel, 2003: 157-158).

2.2. Evlenme Geçiş Döneminde Görülen Rüyalar

Evlilik; evlenmeğe karar veren şahısların gerek kişilik yapıları bakımından, gerek sosyal ve ekonomik koşulları yönünden kendilerini farklı bir ortama ve yaşantıya hazırladıkları bir süreç (Keleş, 2004: 185), dini inançlara, yasalara, töre ve geleneklere göre herhangi bir sakıncası olmayan, toplumun bütün katlarınca uygunluk gösteren bir biçimde bir araya gelip birlikte yaşaması ve kutsal kabul edilen aile müessesedir (Korkmaz, 1999: 92).

Türkler göçebe ve savaşçı bir millet olduğundan Türk ailesinde erkek, kadına göre daha yetkili ve otoriterdir. Bu özelliğinden dolayı Türk ailesine “Ataerkil” aile adı verilmektedir. (Şaşmaz 1991: 53). Fakat bunun yanında Türk kültüründe kadın, gerek aile içinde gerek sosyal ve siyasi hayatta şerefli ve üstün bir mevkide bulunmaktadır. Kadın da erkek gibi yetiştirilir, ata biner, ok atar, av avlar, savaşır. Babasının ve kocasının malı üzerinde hakkı vardır. Evde evin erkeği olmadığı zamanlarda kadın, söz sahibidir, otorite ve hâkimiyeti vardır, tek başına karar alarak gerektiğinde savaşa katılır, eşine destek verir (Kahya, 2000: 230).

Evlenme geçiş dönemiyle ilgili rüyalar; Battal Gazi Destanı’nda ve Danişmend Gazi Destanı’nda görülmektedir.

Dânişmend Gazi Destanı’nda Dânişmend Gazi Gümenek’i fethettikten sonra Tokat’a gelir ve gece rüyasında Hz. Peygamber’i görür. Peygamber rüyasında Artuki ile Efromiya’yı evlendirmesini, sevenleri kavuşturmasını söyler.

“O gece Melik zikir ederken uyku hali geldi, uyudu. Düşünde iki cihan güneşi Muhammed Mustafa (s. a. s. )’yı gördü bütün ashabı yanındaydı. İmam Ali, Hasan ve Hüseyin ve baki gaziler ki, Ebu Müslim ve Harezm Cihangiri Mızrap ve Ahmed (Zemçi Yaran) ve Seyyid Battal Gazi ve Abdulvahhap Gazi hepsi bir yere toplanmış otururlardı. Melik Dânişmend onları görüp karşıladı, hizmet ve hürmette bulundu ve Resulün elini öptü.

Hazreti Resul (s. a. s. ) de Melik Dânişmend’in arkasını sıvadı, hatırını sordu:

– Nasılsın, hoş musun? dedi.

Melik: – Ey gaziler ne oldu da bize geldiniz? dedi. Seyyid Battal Gazi: Biz Artukî’nin düğününe geldik, dedi. Yarın düğün hazırlıkları yapasın, zira beklemek haddi aştı, ezelden o kız Arıukî’nin nasibidir, onlardan iyi bir evlat vücuda gelecek, Muhammed aşkına, din yoluna kılıç vursa gerektir, küfre yardım kılanların kökünü kesse gerektir, dedi.

Melik Dânişmend uykudan uyandı, gönlü aydınlandı, Muhammed Mustafa’ya sıdk ile salavât getirdi, gazilerin ruhuna dua ve sena kıldı. Sabah namazını kıldı. Sonra buyurdu, Nestor’un otağını kurdular; tahtlar, kürsüler kuruldu, süslendi; yüz hizmetçi, iki yüz karavaş ve iki yüz kul ve üç yüz deve ve yüz elli katır ve yüz tahta İstanbul’u atlas ve yüz tahta zerbeft: altın ile dokunmuş sırmalı kumaş ve bu develere, katırlara mal ve elbise yüklettiler. Sayısız hizmetkârlar, hesapsız taht yöresinde hazır oldular. Hiç kimse bilmezdi ki Melik bunları neyler. Melik buyurdu, halife âlemini, Ebu Müslim sancağını getirip diktiler. Davul ve nakâreler vuruldu ki onları halife vermişti hep bir ağızdan çaldılar. Divan kuruldu, bütün gaziler toplandılar. Bu hali görüp acaba bu ne ki diye şaşırdılar. Melik buyurdu; bin koyun, yüz at, iki yüz sığır boğazladılar. Çeşit çeşit yiyecekler, bal, yağ ve sair yemekler hazırlandı, ne lazımsa tamamlandı.

Beyler yüzlerini yere koyup Melik’e dua ve sena kılıp dediler ki: – Ey server, bu merasim kimin içindir?

Melik: Bu gece Muhammed’in ve evliyaların cemallerini gördüm, Hazreti Resul (s. a. s. ) bana Efromiya’yı Artukî’ye vermemi, iki hasreti birbirine kavuşturmamı buyurdu, dedi. Beyler ve gaziler bu haberi alıp, Melik’e dua sena kıldılar (Sert ve Biçer, 2007: 132-133).

Yine aynı destanda Melik’in evliliği hakkında verilen ilk bilgi, destanın son çeyreğinde yer alan bir rüyayla ilgilidir. Artuki ile Efromiya Dânişmend Gazi ile Kaytal’ın kızı Gülnuş Banu’nun birbirine uygun – 163 – olabileceğini düşünürler. Gülnuş Banu’ya Müslüman olursa Gazi evlenebileceğini söylerler. Kaytal’ın kızı Gülnuş Banu’ya, Melik’le evleneceği rüyada bildirilir (Demir, 2004: 198). Bunun üzerine babası onu Ankara kalesinde saklamaya çalışır. Destanın sonlarına doğru rüya gerçekleşir ve Melik ile Gülnuş Banu evlenir.

“O çerinin ardından bir atlı kişi geldi. Derhal dağdan aşağı inip, o atlının yolunu aldı.

Sordu: – Bu kimin çerisidir?

O atlı: – Bu Kaytal kızıdır ki Selasil’den gelir, Ankara’ya gider, dedi.

Artukî: – Niçin gider? dedi.

O er: – Bu kız meğer bir düş görmüş, düşünde bir kişi bu kıza demiş ki, “Seni Melik Dânişmend helalliğe alır, kendisine hatun kılar. “Kız bu düşü atasına demiş, Kaytal bu haberi işitip asker gönderdi. Kızı Ankara Kalesi’ne iletirler ki, muhkem bir kaledir, burcu, barısı gayet sağlamdır, dedi.

Artukî sordu: – Bu kızın adı nedir?

O : – Bu kızın adı Gülnuş Banu’dur.

Artukî bu haberi işitip çok sevindi : – Bu kız Melik’e çok iyi bir armağandır. Gel Müslüman ol, dedi.

O gâvur Artukî’ye hamle kıldı. Artukî at tepti, o gâvuru tepeledi, geri dönüp yaranlarının yanma geldi, ahvali Efromiya ve Ahmed’i Serkis’e haber verdi.

Ve dedi ki: – Ondan daha iyisi yoktur, biz varırız, Tanrı inayetiyle o düşmanları yeneriz, o kızı Melik Dânişmend için alırız, dediler.

Onlar : – Münasiptir, dediler (Sert ve Biçer, 2007: 197-198).

Battal Gazi Destanı’nda Battal’ın evliliği bir rüya sonucu gerçekleşir. Battal Gazi, Emir Ömer ile gezerken bir bahçede gördüğü kıza âşık olur ve Emir Ömer’den o kızın amcası Hasan’ın kızı olduğunu öğrenir. Battal’ın bu kızla evlenmesi Hz. Muhammed’in Emir Ömer’e rüyasında Battal’ın Hasan’ın kızı Zeynep ile evlendirilmesini söylemesi üzerine gerçekleşir. Hz. Muhammed Emir Ömer’e rüyasında şöyle der:

– Ya Emir Ömer! Duyuracak adam gönder ve Hasan’a haber et ki ben kızını Battal’a verdim. Değil iki, bir demesin versin. Düğün yap ve kızı Seyyit Battal’la evlendir, dedi.

Emir Ömer ertesi günü Hasan’a haber gönderir, rüya anlatılır. Hasan bu haberi kutsal bir emir olarak görür. Hasan çok sevinir ve kızını Battal ile evlendirir (Köksal, 2007: 48).

Yine aynı destanda karısını kurtarmaya giden Battal Kayser’in kızlarından Mahpiruz ile karısı Zeynep’in konuşmalarını işitir.

“Seyyit yukarıdan dinliyordu. Mâhpiruz uzandı, yanındaki bir sayfa kâğıdı çıkardı ve açtı. O kâğıdın içinde, Seyyit’in arkadaşlarının kimlikleri yazılıydı. Zeynep’e gösterdi.

Zeynep: —Sen bunları nerede gördün ki kimliklerini yazdın? dedi.

Mâhpiruz: —Kırk gündür Resul Hazretlerini düşümde gördüm. Bu kırk Müslüman’ı onun huzurunda gördüm. Resul Hazretleri dedi ki: “Bu kırk kişiyi cennete gönderdik. “Ben de dedim ki: “Ya Resûlullah! Beni bunların birine ver. “O da dedi ki: “Kırk günden sonra yukarıdan aşağı kim inerse, ben seni ona verdim. “Ben de saydım, bu gece kırkıncı gecedir. O yüce insan yalan söylemez. Eğer hak peygamber ise, sözü gerçekse, yukarıda kim varsa gelsin aşağı insin.

Seyyit bunları yukarıdan bir bir dinledi. Yukarıdan seslendi:

—Muhammed Mustafa! dedi. Güpür güpür merdivenden aşağı indi.

Zeynep: —Ey güzeller güzeli! Bu gelen Seyyit Battal’dır, deyince aşağı indi.

İkisi karşıladılar. Mâhpiruz Seyyit’e baktı; olgunluğunu güzelliğini ve boyunu posunu inceledi. Aşkı daha da arttı. Çabucak, taze kuzu bünyanı ortaya getirildi. Yediler, içtiler şükrettiler (Köksal, 2007: 58).

Rüyanın işlevlerinden biri de gayrimüslimlerin Müslüman olmasıdır. Battal Gazi Destanı’nda Kayser’in kızı Gülendam rüyada Hz. Peygamberin telkin etmesiyle Müslüman olur. Hz. Peygamber tarafından İslâmiyet Gülendam’a telkin edilir ve Battal ile evleneceği de haber verilir:

– Gülendam, ben seni Battal’a verdim. Senden, bir oğlu olacak ve adını Beşir koyacaksınız. Tez şimdi imana gel, Battal başının ucundadır, dedi.

Kız hemen uyandı, Battal’ı başı ucunda gördü. “Sıddık ya Resûlullah deyip Seyyit’in ayağına kapandı ve iman etti (Köksal, 2007: 122).

2.3. Ölüm Geçiş Döneminde Görülen Rüyalar Halk arasında ölüm ecelle ilgilendirilir. Kişinin eceli gelmesi, yani ölümü gibi anlaşılmaktadır (İbrahimoğlu Kadirzade, 2005: 64). Türk kültüründe ölümle ilgili gelenek ve görenekler büyük ölçüde İslâmî olup, tamamına yakını Müslüman olan Türkiye ve Türk topluluklarında hemen hemen aynı şekilde uygulanır (Çelik, 2005: 446). Ölüm çevresinde toplanan ve ölen kişiyle toplum bireylerini kuşatan bu inanmalar, âdetler, törenler ve kalıplaşmış davranışlar başlıca üç gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birincisini ölenin “öte dünyaya gidişini” kolaylaştırmak; onun gerek geride bıraktıklarının gözünde gerekse de öte dünyada mutlu ve saygın bir ölü olmasını sağlamak için yapılan uygulamalar oluşturmaktadır. İkincisi, ölenin geri dönüşünü engellemek, yakınlarına kötülükte bulunmasını önlemek için yerine getirilmektedir.

– 164 – Üçüncüsü ise, ölenin yakınlarının ruhsal durumlarını düzeltmek ve onları yeniden topluma dâhil etmek amacıyla yapılmaktadır (Örnek, 2000: 207).

Ölüm geçiş dönemiyle ilgili rüyalar; Battal Gazi Destanı, Manas Destanı ve Danişmend Gazi Destanı’nda görülmektedir.

Battal Gazi Destanı’nda Battal yaşlanır ve artık kutsal topraklarda inzivaya çekilir. Gitmeden önce de Kayser’den Malatya’ya saldırmaması için söz alır. Aradan yedi yıl geçtikten sonra Kayser Kanatus verdiği sözü tutmaz ve Malatya için ordu hazırlığına başlar. Battal’a rüyasında Hz. Peygamber tarafından Malatya’daki Müslümanların zor durumda olduğu ve onların yardımına gitmesi söylenir. Battal kutsal topraklardan ayrılmak istemediğini söyler. Hz. Muhammed de ona kendisini özlediğini ve kısa süre sonra buluşacaklarını bildirir (Köksal, 2007: 314). Ölümün yaklaştığını bildiren bir rüya olarak kabul edilebilir.

Battal Gazi Destanı’nda Battal öldükten sonra birden rüzgâr esip yağmur yağmaya başlar. Birden Battal’ın vücudu görünmez olur, bu durumu kimse anlayamaz. Battal’ı aramaya gelene çocukları onu arar ama bulamaz. O gece rüyalarında babalarını görürler. Battal onlara vasiyette bulunur. Battal bu sözleriyle çocuklarını yaşamlarını nasıl şekillendirmeleri gerektiği konusunda bilgilendirmeye çalışır. Battal Gazi sağlığında yapamadığı vasiyetini şehit olduktan sonra bu şekilde yapmıştır.

“O gece düşlerinde Seyyit’i bir buraka binmiş başında taç, alnında hilâl; tamamen şehitler katında gördüler. İleri gelip selâm verdiler.

Seyyit: —Ey canım oğullarım! Bundan sonra beni dünyada aramayın. Ben hak Teâlâ Hazretlerine vasıl oldum. Ama benim kalbim sizinledir. Siz de din yolunda sıkı durun. Daima Allah rızası için gaza edin. Nefsinize aldanmayın. Yiğitliğinize ve pehlivanlığınıza mağrur olmayın. Dünyayı devlet edinmeyin. Hiç bir yaratılmışa hakaret nazarıyla bakmayın. Her yıl Mekke ve Medine’ye hediyeler gönderin. Acizlere yardım edin. Danışmadan iş işlemeyin ki sonra pişman olmayasınız. Her işte Allah’tan yardım isteyin. Zalimlerle sohbet etmeyin. Onların sohbeti, gönülleri karartır. Daima hayır ve bağıştan uzak olmayın. Eğer bu vasiyetlerimi tutarsanız kıyamet gününde yüzünüz ak olsun, dedi. Sanki yıldırım gibi geçti yürüyüverdi. Ertesi gün oldu. Ali ağlayarak Nezir’in yanına geldi. Gördü ki o da ağlıyor:

—Ne oldu? dedi.

Nezir: —Senin gördüğün düşü ben de gördüm, dedi (Köksal, 2007: 319-320)

Battal Gazi’nin çocukları Malatya’ya döner ve babalarının yasını tutarlar. Battal’ın arkasından hatimler okunur, dualar edilir.

Battal Gazi’nin mezarının bulunması da yine bir rüyaya dayanır. 1202 yılında Selçuklu Türk devletinin Anadolu’daki egemenliği sırasında Battal’ın Kutluca Çoban Baba adındaki bir erenin rüyasına girmesi ile gerçekleşir. Kutluca Baba Allah’a Battal’ın mezarını bulabilmek için dua eder ve uykuya daldığında rüyasında kendisine Battal’ın mezarının yeri söylenir. Kutluca Baba, hakkındaki bu bilgiyi alan Konya’daki Sultan Hatun derhal bu ereni aratır, çünkü o da rüyasında Battal’ı görmüştür ve Battal ondan üzerine bir türbe yaptırmasını istemiştir. Sultan Hatun, Kutluca Baba’ya Battal’ın mezarını buldurur ve oraya bir türbe yaptırır (Arak, 2010: 55).

Türk destanlarındaki rüya motifinin işlevlerinden biri de gelecekten haber vermesidir. Dânişmend Gazi Destanı’nda Melik Gazi, gördüğü rüyalar sonucunda gelecekten haberdar olmaktadır. Melik, rüyasında bütün âlemin denize döndüğünü, kendisinin ve Sultan Turasan’ın farklı gemilere bindiğini görür. Bir süre sonra Sultan Turasan’ın gemisi batar. Rüyadan uyanan Melik, Sultan Turasan’ın öleceğini ve fetihleri tek başına gerçekleştireceğini anlar (Demir, 2004: 67).

Dânişmend Gazi Destanı’nda Dânişmend Gazi bir cenk sırasında ok ile yaralanır ve ateşlenir. Sonunda atının üzerine yıkılır. Dânişmend Gazi yaranlarını toplar ve ölüm vaktinin geldiğini, bunu Hz. Peygamber’in rüyasında anlattığını söyler.

“Allah’ın kaza işini gör ki o gün Melik Dânişmend’in uyruğundaki yara açıldı ve kan boşaldı. Melik cenkte ateşlenmişti, o yaradan haberi yoktu. Melik Dânişmend Puthil melununa uğradı, hain süngüyle Melik’e hamle kıldı. Melik o hainin süngüsünü iki pare kıldı. Hemen Melik Dânişmend ayağını atın üzengisinde ayağa kalktı ve erişip Puthil’e bir kılıç vurdu ki eyer kaşına kadar iki pare kıldı. Gâvur ordusundan gürültü koptu. Domuzlar gibi hortlaştılar. Derhal Gürcü ordusu Melik Dânişmend’e ok yağdırdılar. Melik’i on yedi yerinden yaraladılar. O arada çok Müslümanı şehit ettiler. Melik o arada kendi askerine nazar kıldı, gördü ki bin kadar kişi ancak kalmış. Orda Canik sultanının Manuil adında bir kölesi tuzak kurmuş, gâvur çark oku attı. Kaza ile ok Melik Dânişmend’in bir yanına girip, öyle öbür yanından çıktı. Melik gördü ki iş haddini geçti, su baştan aştı. Hemen Melik Dânişmend kazaya rıza verip atının boynuna yıkıldı. Gaziler feryat edip, Melik Dânişmend’i alıp geri kaçtılar. Gâvurlar bunu görüp derbendin önüne kaçtılar…

Melik Dânişmend: – Ey benim yaranlarım! Bilmiş olun ki benim işim tamam oldu, vadem doldu. Bu saat Resul Hazretini (s.a.s.) düşümde gördüm. Bana: “Melik Dânişmend Gazi, bil ki senin ömrün âhir oldu, yapmam gerekli işler tamama erişti, dünyadan ahirete sefer eyle ki vâden tamam oldu, bu dünya kime baki – 165 – kaldı ki sana kala? Ve dahi her kim ki bu dünyaya geldi, ecel ardınca erişir. Ecelden kimse âmân bulamaz” dedi (Sert ve Biçer, 2007: 294-295).

Manas Destanı’nda Manas ölmüştür. Fakat Manas’ın karısı Kanıkey bir rüya görür ve bu rüyayı kocasının yeniden dirilmiş olabileceği şeklinde yorumlar. Bunun üzerine Yakup-bay Manas’ın mezarına bakmaya gider ve Manas yeniden dirilir.

(2210)

“hırıldayıp şöyle dedi:

“Benim babacığım ile anneciğim,

İki değil, bir mi idi?

Gece yatıp düş gördüm,

o düşüm opkon düş,

(2215)

yüreğimin başını kopkon düş!

ay karanlığında gece idi,

ay tepeden doğuyordu!

Gün karanlık gün idi,

gün tepeden doğuyordu,

(2220)

Bununla temiz dileğim oluyor demek:

Ocak başında bir kavak,

kol gibi kavak çıkıyordu.

Bir dalı kıvnlıp ayın gözünü aldı,

(2225)

(başka) bir dalı(da) kıvrılıp

güneşin gözünü aldı!

Güneş sıcak olunca, gölgelenip yürüdü, gülümseyip Kanıkey

(2230)

gölgelikte yürüdü!

Bir dalı eğilip,

göğün gözünü aldı, Ala-too gibi (doğan) Yakup-Han,

onun gölgesinde yürüdü,

(2235)

bir dalı eğilip, yeryüzünü örttü!

Yer soğuk olunca,

Bagdı-Döölöt baybiçe

onunla ısınıp yürüdü!

(2240)

Padişahım Manas dirilip,

dirilip geliyor olmasın?”

O zaman Yakup-Han (şöyle) dedi:

“Kırk çoroya haber sal, balam!

Ala-Too gibi (doğan) Manas’ın

(2245)

dirilip geldiğini,

akar su gibi (coşan) Manas’ın

dalgalanarak geldiğini,

selvi gibi senin Manas’ın

salınarak geldiğini,

(2250)

deniz gibi senin Manas’ın,

çalkalanıp geldiğini

Düşün düş olmasın!

gerçek olsun, balam!”

O zaman Kanıkey (şöyle) dedi:

-ç(2255)

“Ak-Kula gitti yok oldu,

Ak-Şu inkar gitti yok oldu, Ak-Taygan gitti yok oldu, Bu nasıl bir sır oldu? (Gülensoy, 2002: 150-151)

Sonuç İnsan hayatının ayrılmaz bir parçası olan rüyalar üzerinde çalışmalar yapmak, onlara manalar vermek geçmişten geleceğe bireyleri ve toplumları etkilemiş ve yönlendirmiştir. Rüyaların manaları farklı toplumlarda çeşitli yorumlarla karşımıza çıkmakla beraber işlevi bakımından değerlendirildiğinde ortak özellikler göstermektedir.

Doğu toplumlarında rüyanın mahiyeti ve işlevi inanç sistemi ile iç içedir. Din kitaplarında bahsedilen rüyalar içinde yaşadığı toplumun hayatında birtakım kabullerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum İslamiyet öncesi ve sonrası Türk toplulukları için de söz konusudur (Yüksel, 1996: 301).

İslami destanlarda rüyaların önemli işlevleri vardır ve bu işlevler, kahraman ve yanındakilerin işlerini kolaylaştırmaktadır. Olayların akışı hakkında öncesinden haberdar olmak, tehlikelere karşı hazırlık yapmak rüyayla elde edilen üstünlüklerdendir. İleride fethedilecek yerlerin rüyayla müjdelenmesi İslam coğrafyasının nerelere kadar genişleyeceğini gösterir. Bu coğrafya kahramanın hedeflerini oluşturur. Çalışma, rüyaların işlevleri açısından değerlendirildiğinde şu tablo ortaya çıkar:

1. Rüyaların gelecekten haber verme işlevi: Doğum geçiş döneminde Manas Destanı, Battal Gazi Destanı ve Oğuz Kağan Destanı’nda görülmektedir. Evlenme geçiş döneminde Battal Gazi Destanı ve Danişmend Gazi Destanı’nda görülmektedir. Ölüm geçiş dönemi Battal Gazi Destanı, Danişmend Gazi Destanı ve Manas Destanı’nda görülmektedir.

2. Gayrimüslimlerin Müslüman olması işlevi: Doğum geçiş döneminde Oğuz Kağan Destanı’nda görülürken evlenme geçiş döneminde Battal Gazi Destanı ve Danişmend Gazi Destanı’nda görülmektedir.

3. Kahramana rehberlik etme işlevi: Evlenme geçiş döneminde Battal Gazi Destanı görülürken ölüm geçiş döneminde Battal Gazi Destanı ve Manas Destanı’nda görülmektedir.

4. Rüyada yaraları iyileştirme işlevi: sadece doğum geçiş döneminde Manas Destanı’nda görülmektedir.

5. Emir ve isteklerin kahramana iletilmesi işlevi: Evlenme geçiş döneminde Battal Gazi ve Danişmend Gazi Destanı’nda görülürken ölüm geçiş döneminde Battal Gazi Destanı’nda görülmektedir.

İlk Dönem Rüya Âlimlerinden Muhammed ibn-i Sîrîn ve Rüyalar Hakkında Görüşleri

Erdem Akça

İslam tarihi incelendiğinde rüyaların anlaşılması konusunda birçok âlim kendi tespit ve görüşlerini, örnek rüya tabir ve tevilleriyle göstermişlerdir. Bu konuda ansiklopedik tarzda kitaplar te’lif etmişlerdir. Şeyh Abdülgani en-Nablûsî ve eseri “ Ta’tıru’l-Enâm fî Ta’biri’l- Menâm ” gibi…

Fakat dikkatle incelendiğinde, Kur’an ve hadisin, daha derinde vahyin ruhuna ve İlâhî maksadı anlamaya yakınlık noktasında 2 isim ön plana çıkar. Said ibn-i Müseyyeb ve Muhammed ibn-i Sîrîn… Said ibn-i Müseyyeb bu konudaki ilmini, sahabeden Esma bint-i Ebu Bekîr’den (R.Anha); Hz. Esma ise babası Hz. Ebu Bekr-i Sıddîk’tan iktibas etmiştir. Hz. Ebu Bekir ise, Cahiliye dönemi ve İslam devrinde rüya ta’bir ve te’vili konusunda meşhur bir şahsiyettir. Hz. Peygamber’in risaleti, getirdiği vahiy ve hadisler, yaptığı rüya tabir ve te’villeriyle bu sahada en ileri seviyelere ulaşmıştır.

Bu makalede Muhammed ibn-i Sîrîn’in kısaca hayatını ele aldıktan sonra, rüyalar hakkında kaleme aldığı Tefsiru’l-Ahlam isimli eserindeki rüyalar hakkındaki görüşlerini ve tespitlerini yazacak, akabinde döneminde kendisine sorulan bazı rüyalara yaptığı ta’bir ve te’villeri nakledip yaptığı ta’bir ve te’villerin mantık ve sistematiğine dair değerlendirlemelerde bulunacağım. Tâ ki İslam rüya âlimlerinin, rüyaların dilini anlamada gerçekten mütehassıs olduğunu göstermek, psikolojinin babası kabul edilen Freud’un bu konuda çok sathî kaldığını ispat etmek; Carl Jung, Eric From ve Adler’in onların ancak bir talebesi olabileceğini delilleriyle ortaya koymak istiyorum.

Muhammed ibn-i Sîrîn’in Kısa Hayat Hikayesi

Tam ismi Muhammed ibn-i Sîrîn Ebu Bekir el-Ensârî el-Enesî el-Basrî’dir. Zamanının Şeyhu’l-İslâmı’dır. Hz. Peygamber’in (ASM) hizmetçisi Enes bin Mâlik’in (RA) azatlı kölesidir. Babası Cercereya denilen bölgede İslam ordusuna esir düşmüştür. Kardeşi Enes ibn- i Sîrîn’in dediğine göre Hz. Ömer’in (RA) hilafetinin son iki yılında doğmuştur. Yani 642-644 yıllarında…

Ebu Hureyre, İmran ibn-i Husayn, Abdullah ibn-i Abbas, Abdullah ibn-i Ömer, Enes ibn-i Mâlik’den (Radıyallahu Anhum) hadis rivayet etmiştir. Katade ibn-i Diame, Eyyub es- Sahtiyânî, Yunus ibn-i Ubeyd ve bir çok kimse Ondan hadis rivayet etmiştir.

İbn-i Avn Onun hakkında “ Hasan-ı Basrî, hadisleri mânâ ile rivayet ediyordu. Muhammed ibn-i Sîrîn ise hadis rivayetinde lafızlara önem veriyor, âdeta harfi harfine rivayet ediyordu ” demiştir. Bu yönüyle O, hadis rivayetinde, sahabeden Abdullah ibn-i Ömer’in meslek ve meşrebi üzere gidiyordu diyebiliriz.

Habib ibn-i Şehîd şöyle anlatır: Amr ibn-i Dinar’ın yanındaydım. O “ Tâvus ibn-i Keysan gibisini görmedim ” dedi. Orada bulunan Eyyub es-Sahtiyânî: “ Eğer Muhammed ibn-i Sîrîn’i görmüş olsaydın böyle demezdin ” dedi.

Osman el-Bettî Onun hakkında “ Basra’da İslam kanunlarını Ondan daha iyi bilen kimse yoktur ” demiştir.

Ebu Avane ise şöyle der: “ Çarşıda Muhammed ibn-i Sîrîn’i gördüm. Onu kim görse Allah’ı hatırlıyordu. ” Muhammed ibn-i Cerir-i Taberî Onu şöyle anlatır: “ Muhammed ibn-i Sîrîn, fâkih, âlim, vera sahibi, edîb, çok hadis sahibi, ilim ehlinin kendisi lehinde şahitlik yaptığı hüccet bir zâttı.

” Eyyub es-Sahtiyânî’den rivayette Muhammed ibn-i Sîrîn hadis ilminin ciddiyet boyutu konusunda insanları uyandırmak için şöyle demiştir: “ Bu ilim, dindir. Dikkat edin! İlmi kimden alıyorsunuz.

” Yunus ibn-i Ubeyd, “ Muhammed ibn-i Sîrîn, güler yüzlü, letafet sahibi bir kimse idi ” demiştir.

Hişam ibn-i Hasen “ Muhammed ibn-i Sîrîn, ticaretle uğraşıyordu. Bir şeyin helalliğinden şüphe ettiğinde hemen onu terk ederdi ”, “ Hükümdarın yanında Ondan daha sert kimse yoktu. Kendisine hükümdardan bir hediye gönderilse kabul etmezdi ” demiştir.

Hammad ibn-i Zeyd’in bildirdiği üzere, Muhammed ibn-i Sîrîn, 729 ( hicrî 110 ) senesinde Şevval’in dokuzunda, Hasan-ı Basrî’den 100 gün sonra vefat etmiştir.

” Yunus ibn-i Ubeyd’in bildirdiğine göre vefat ettiğinde 78 yaşında idi.

Tefsiru’l-Ahlam’ın Önsözü

Sahih rüyalar kişinin amellerinin hakikatinden ve işlerinin âkıbetinden haber verir. Bundan dolayı bazı rüyalar “ uyarı ”, bazı rüyalar “ müjde ” niteliğinde olur. Zira rüya nübüvvet nurunun parçalarından ve o nurdan bâki kalandır. Belki de nübüvvetin iki kısmından birisidir. Zira bazı nebiler, vahyi rüya vasıtası ile; bazıları da melek vasıtası ile almışlardır. Bunların birinci kısmına “ nebi ”, diğer kısmına ise “ resul ” denir. Hadis-i Şerif’te şöyle buyurulur: “ Kıyamet yaklaştığında Müslüman kimse rüyasını seçemeyecek. O zamanda en doğru rüya sahipleri sözü en doğru olanlardır. Mümin kimsenin rüyası nübüvvetin 46 parçasından bir parçadır. ”

3 türlü rüya vardır: Allah tarafından müjdeleyici rüyalar, kişinin duygu ve düşüncelerinden dolayı gördüğü rüyalar ve şeytan tarafından sıkıntı veren rüyalar… Bu tür rüyalar hakkında hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “ Sizden biriniz hoşuna gitmeyen bir rüya görür ise onu anlatmasın, hemen namaz kılsın. ” 1

Ubade ibn-i Sâmit’ten (RA) rivayette O şöyle dedi: “ Resulullah’a (ASM) ‘ Allah’ın dostlarına dünya hayatında da âhirette de müjde vardır ’ 2 âyet-i kerimesini sordum. Resulullah 1 Buhari, hadis no: 7017; Müslim, 4/6: 1773. 2 Yunus suresi, 64. (ASM): ‘ Kimsenin sormadığı bir soruyu sordun. O (müjde) mümin kimsenin gördüğü veya kendisine gösterilen sâlih rüyalardır ’ buyurdu. ” 3

Rüya hakkında ilk bilinmesi gereken konu, rüyanın iki kısma ayrıldığını bilmektir. Zira bir kısım rüyalar Allahü Teala tarafından olduğu halde, bir kısım rüyalar da şeytan tarafından görülür. Nitekim Resulullah Efendimiz (ASM) “ Rüyanın bir kısmı Allah’tan, bir kısmı şeytandandır. Sizden biriniz korktuğu bir rüya görürse, uyandığında sol tarafına tükürsün ve şerrinden Allah’a sığınsın. Bu durumda rüya ona zarar vermez ” buyurmuştur. 4

Her ne kadar bütün rüyalar Allahü Teala’nın hilkati (yaratması) olsa da, Allahu Teala’ya nispet edilen rüyalar sâlih rüyalardır. Salih rüyalar Resulullah Efendimiz’in (ASM) “ Nübüvvetin 46 parçasından bir parçadır ” 5 buyurduğu müjde ve uyarı ile gelen rüyalardır. Bazen kâfirler ve günahkâr Müslümanlar da salih rüya görebilirler.

Resulullah Efendimizin (ASM) gizlenmesi ile ve sol tarafa tükürmekle emrettiği ve zarar vermeyeceğini vaad ettiği rüyalar, şeytana nispet edilen kötü rüyalardır. Bu kötü rüyalar insanı ürperten ve üzen kâbuslar veya hile, aldatma ve fitneye teşvik eden rüyalardır. Böyle rüyalarda günahlardan kaçındırmaya, gafletten uyarıya ve kişinin günahlarına dair herhangi bir işaret veya tembih bulunmaz.

Aynı şekilde guslü gerektiren ve kişinin gündelik hayatında yaşadığı olayları rüyada görmek de faydasız olduğundan dolayı şeytana nispet edilir. Ancak bu nispet şeytanın o rüyayı yarattığı anlamında değildir. Zira yukarıda belirtildiği gibi yaratan sadece Allah’tır. Ancak rüya ile görevli melek hâzır olduğunda görülen rüyalar, Allahu Teala’ya; şeytan musallat olduğunda görülen rüyalar şeytana nispet edilir. Rüyanın tüm çeşitleri Allahu Teala’nın yaratması olduğundan dolayı görmediği rüyayı anlatan kimse Allahu Teala üzerine iftira atmış olur.

Diğer bir husus da rüyanın sadece bilgili, nasihat eden 6 ve sözüne güvenilen kimseye anlatılması gerektiğidir. Rüyayı tabir edecek kimse de rüyada bir şer görür ise veya tam olarak mahiyetini anlamamışsa ve rüya sadece gören kimseyi ilgilendiriyor ise “ Senin için hayırlı, düşmanların için şerli olsun ” veya “ Gelecek hayra ve sakınacağın şerre delalet eder ” demesi uygun olur.

Rüya eğer geneli ilgilendiriyor ise, “ Bizim için hayırlı, düşmanlarımız için şerli olsun ” veya “ Bize gelecek hayra ve sakınacağımız şerre delalet eder ” demelidir.

Rüyayı tabir ettirmek için en uygun olan vakit rüyayı gören kimsenin, rüyasını hatırlaması açısından, tabir eden kimsenin de zihninin açık olması açısından sabahın erken vakitleridir. Nitekim Resulullah Efendimiz (ASM) “ Allah’ım! Ümmetimin sabah vakitlerini bereketli kıl! ” buyurmuştur. 7 3 Tirmizî, hadis no: 2275; İbn-i Mâce, hadis no: 3898. 4 Buhari, hadis no: 5747. 5 Buhari, hadis no: 6987. 6 Bu kelimeyi mütercim “ Nasihat eden ” diye çevirmiş. Fakat bu tercüme, mana akışını bozuyor. Doğrusu ise “ Samimi, muhatabının iyiliğini isteyen ” şeklinde olmalı. Fakat tercümeyi olduğu gibi bıraktık. 7 Tirmizi, hadis no: 1662; Müsned-i İbn-i Hanbel, 3/417.

Rüya Tabiri Prensipleri

Rüya ta’biri kıyas, itibar, benzetme ve zan ile yapılır. Te’vil ise, mânâ ve kelime türemesi açısından yapılır. Ta’birci herhangi bir baskı altında kalarak veya müneccimlerin bir takım hesaplarına bakarak rüyayı ta’bir etmemelidir.

Resulullah Efendimiz’in (ASM) görüldüğü rüya hak rüyadır. Zira şeytan O’nun suretine giremez. Ölü kimsenin rüyada söyledikleri bir fitne ve aldatma olmadığı sürece doğrudur. Zira o, dünyadan çıkmış ve hakikat âlemine girmiştir. Aynı şekilde yalan bilmez çocuğun ve sair hayvanların rüyada söyledikleri de doğrudur. Müneccim ve kâhin gibi yalancı kimselerin rüyada söyledikleri de yalandır. Günlük hayatında çok yalan söyleyen kimseler genellikle rüyalarına yalan katarlar. Rüyada en doğru kimseler sözüne güvenilir kimselerdir. Cünüp ve sarhoş kimselere çok zaman şeytan musallat olsa da bazen onların da rüyaları sadık rüyalardan olabilir.

Rüya tabir eden kimse Kur’an-ı Kerim’in verdiği örneklerden, mânâlarından ve içindeki teşbihlerden yararlanmalıdır. Mesele “ ip ” ta’birinde; “ Hep birden Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın ” 8 âyet-i kerimesine bakarak ipi, İslam ile ta’bir eder. “ Yumurta ” ta’birinde; “ Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır ” 9 âyet-i kerimesine bakarak yumurtayı, kadın ile ta’bir eder. “ Tahta ve odun ” ta’birinde “ Onlar (münâfıklar) sanki duvara dayanmış kütükler gibidir ” 10 âyet-i kerimesine bakarak tahta ve odunu, münafık kimse ile ta’bir eder. “ Hükümdâr ” ta’birinde; “ Melîke: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar, dedi ” 11 âyet-i kerimesine bakarak hükümdârı, şehrin harap olması ile ta’bir eder. “ Kokmuş et ” ta’birinde; “ Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz ” 12 âyet-i kerimesine bakarak kokmuş eti, gıybet ile ta’bir eder.

Rüya ta’bir eden kimse nebilerin ve hikmet sahibi kimselerin sözlerini bilmesi ve Resulullah Efendimiz’in (ASM) hadis-i şeriflerini öğrenmesi gerekir. Mesela “ Beş şey fâsıklardandır ” 13 hadis-i şerifinde “ karga, çaylak, akrep, fâre ve kuduz köpek ” sayılmıştır. Bu sayılanların ta’birinde, fâsıklık ile ta’bir edilebilir. Diğer bir hadis-i şerifte “ Cam kavanozlara, dikkat et! ” 14 buyurulmuştur. Burada kadınlar, kavanozlara benzetilmiştir.

Rüya ta’bir eden kimse, ta’birinde meşhur kıssalara da ihtiyaç duyar. Mesela İbrahim (AS) oğlu İsmail’e (AS) “ kapının eşiğini değiştir ” demiş. Bundan hanımını kasdetmiştir. Lokman (AS) da oğluna “ yatağını değiştir ” demiş ve aynı şekilde hanımını kasdetmiştir.

Rüya ta’bircisi meşhur şiirleri ve kelime türemesini bilmesi gerekir. Ta’bircinin kelimelerin manalarını da bilmesi gerekir. Mesela “ küfür ” kelimesinin manası, “ kapamak ”; 8 Âl-i İmran sûresi, 103. 9 Saffat sûresi, 49. 10 Münâfikûn sûresi, 4. 11 Neml sûresi, 34. 12 Hucurât sûresi, 12. 13 Buhari, hadis no: 1828. 14 Buhari, hadis no: 6149. “ mağfiret ”, örtmek; “ zulüm ”, bir şeyi hak etmediği bir yere koymak; “ fısk ”, çıkmak ve ortaya gelmek manalarına gelirler.

Rüya ta’bir eden kimse insanların gözünde güzel bir intiba’ bırakması için yemesine, içmesine, giyimine ve davranışlarına ve dinî yaşamında ihlâsa önem vermesi gerekir.

Rüyada görülen şeyin hayırlı ve şerli olarak iki yönü varsa, rüyayı gören kimse salih kimselerden ise hayır ile, fâsık kimselerden ise şer ile ta’bir edilir. Eğer görülen şeyin bir birine zıt birçok ta’biri varsa rüyada görülen diğer işâretlere ve ziyadelere bakılarak ta’bir edilir.

Bazen rüyada geçmiş olaylar ve zamanlar görülür. Bu durumda şükründen gâfil olunan nimetler veya gecikmiş tövbeler veya yerine getirilmemiş vaadler hatırlatılır. Bazen de rüya, kişinin içinde bulunduğu hal veya gelecek zaman ile ilgilidir. Bu durumda ileride görülecek ölüm, yağmur, zenginlik, fakirlik, sıkıntı veya bolluk ile ta’bir edilir.

Bazen rüyada görülen şey aynı olsa da, rüyayı gören kimselerin durumlarına ve mevkilerine bakılarak farklı ta’birler yapılır. Örneğin hükümdâr olan kimsenin rüyada “ nâr ” görmesi, yetkisi altına alacağı şehirle tabir edilir. Bu durumda narın kabukları, şehrin surları; taneleri de, halkı ile ta’bir edilir. Rüya sahibi tüccar ise bu durumda nar, onun evi, ailesi, oteli veya denizde içinde malları bulunan gemisi, işyeri veya içinde paraları olan kasası ile ta’bir edilir. Rüya sahibi âlim veya âbid bir kimse ise, bu durumda nar, onun kitabı ile; taneleri de kitabın sahifeleri ile ta’bir edilir. Rüya sahibi bekâr ise nar, zengin ve güzel bir kadınla tabir edilir. Rüya sahibi hamile ise, bu durumda nar, rahimde örtüler içinde bulunan bir kız çocuğu ile ta’bir edilir.

Bazen rüyanın ta’biri kişiyle bazı şeylerde ortak yönleri bulunan kardeşi, adaşı, arkadaşı, komşusu veya kendisine bir takım benzerlikleri olan kimseler için yapılır. Bu durum; rüyanın ta’biri rüya sahibi için mümkün olmadığı veya yukarıdaki sayılanların bu ta’bire daha layık olduğu durumlarda yapılır. Mesela sağlıklı bir kimsenin rüyada ölüme delâlet eden bir rüya görmesi durumunda eğer yukarıda sayılanlardan hasta olan kimse varsa bu rüyanın ta’biri o kimse için yapılır.

Rüya ta’bir eden kimse, ta’birinde isabetli olabilmesi için, son derece zeki, akıllı, güzel ahlaklı, takva ehli olmalı, insanların hallerini, mevkilerini ve şemaillerini bilmeli, rüyanın görüldüğü vakte göre rüyayı tabir etmelidir. Kış ayında görülen rüya ile yaz ayında görülen rüyanın ta’birinde farklılıkları gözetmeli, yağmur yağma zamanlarını ve ona göre fayda ve zararlarını, denizde yolculuk zamanlarını, denizin kabarma vakitlerini, her yöreye ait olan âdetleri, orada oturan insanların özelliklerini bilmelidir. Kişiyi ilgilendiren rüyalar ile geneli ilgilendiren rüyaları ayırt etmelidir. Fayda ve zararında tüm insanları ilgilendiren yağmur, güneş, ay, yıldızlar, rüzgâr ve gökyüzü, genelde tüm insanları ilgilendirir. Ancak rüyayı gören kimse bunları veya benzerlerini kendisine özel bir durumda mesela evinin içinde görürse bu durumda rüya sadece onu ilgilendirir.

İsimlere göre rüya ta’birinde, ismin manasına bakılır. Örneğin “ Fâzıl ” ismi, faziletlerle; “ Râşid ” ismi irşad ve rüşd ile; “ Sâlim ” ismi selâmet ile ta’bir edilir.

Rüyada görülen şeyin zıddı ile veya delâlet ettiği başka bir mana ile ta’bir edilir. Örneğin ağlamak, rahatlama ile; gülmek, üzüntü ile; güreşen ve kavga eden iki kişiden galip olan mağlup, mağlup galip olmakla ta’bir edilir. Veba hastalığı, savaş ile; savaş, veba hastalığı ile; sel, düşman ile; düşman, sel ile; incir yemek, pişmanlıkla; pişmanlık, incir yemekle; üzerinde kefenlenmek, defnedilmek gibi bir alâmet olmadığı halde öldüğünü görmek, evinin yıkılması ile; çekirge, asker ile; asker, çekirge ile ta’bir edilir.

Veya görülen şeyin azlığı ve çokluğuna göre ta’bir yapılır. Örneğin ağlamak, rahatlama ile; sesli ağlamak, musibetle; gülmek, üzüntü; tebessüm etmek, hayırla; ceviz, gömülmüş hazine; ceviz takırtıları, husumet ile; tencereden alınmış yağ, süs ile; yağın yüze dökülmesi, üzüntü ile; yağı başına dökmek ise reise yağcılık yapmak ile ta’biri yapılır.

En açık rüyalar seher vakitlerinde ve kaylule uykusunda görülür. Rüyanın görülmesinde en güzel vakitler meyvelerin olgunlaştığı ve devşirildiği vakitlerdir. En zayıf rüyalar, kış aylarında görülür. Gündüz görülen rüyalar gece görülen rüyalardan daha kuvvetlidir. Bazen rüyalar insanların makam ve mevkilerine göre olur. Bir kimseye rahmet olan rüya başka bir kimseye azap olur.

Rüyada hoşa gitmeyen bir rüya görülürse uyandığında Âyete’l-Kürsî okunur. Ve sol tarafa tükürülür. Ve “ gördüğüm rüyanın dinime ve dünyama getireceği şerden İsa’nın, Mûsa’nın, İbrahim’in ve Muhammed’in (aleyhimüsselam) Rabbi’ne sığınırım ” denir. Rüyada bir kimsenin avreti ve sırları görülürse bunlar gizlenir ve sadece rüyanın sahibine ve yanında kimsenin olmadığı bir zamanda anlatılır. İbn-i Kuteybe şöyle demiştir: “ Rüya ta’biri ilminde 3 metodu gözetmek gerekir.

a) Rüya ta’birinin kurallarına, yönlerine, ihtilaflarına, zayıflığına ve kuvvetine bakılır. Böylelikle rüyanın te’vildeki derecesi anlaşılır. Eğer rüyanın hayra ve şerre delâlet eden tarafları varsa, ta’birci bu iki tarafı değerlendirir ve hangi tarafı ağır basarsa ona göre ta’birini yapar.

b) Rüyada görülen manaların delaletlerini kurallar çerçevesinde birleştirerek doğru bir ta’bir yapar. Ve rüyadan rüya olmayan temennileri, şeytanın vesveselerini ve rüyadan olmadan şeyleri ayıklar.

c) Rüya hakkında derin araştırma ve kesin kanaate giderek rüyanın ta’birini doğru bir şekilde yapmalıdır. ”

Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek verelim. Bir kadın Muhammed ibn- i Sîrîn’e (R.Aleyh) gelerek: “ Rüyamda bağlanmış ve bukağılanmış bir adam gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn (R.Aleyh): “ Bu mümkün değil. Bağ (kayıd), din ve imana; bukağı, hıyanet ve küfre delâlet eder. Mümin kimse, kâfir olamaz ” dedi. Kadın: “ Allah’a yemin olsun ki gayet açık bir şekilde rüyayı gördüm. Sanki o adamın boğazındaki tasmaya takılı olan bukağıya bakar gibiyim ” dedi. İbn-i Sîrîn (R. Aleyh): “ Şimdi oldu. Zira tasma tahtadandır, tahta ise rüyada nifaka delalet eder. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur: ‘ Onlar (münâfıklar) sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. ’ 15 Tasma ve bukağı beraberce nifak, hıyanet ve küfre delalet eder. Ancak rüyada bu te’vili kuvvetlendiren bir alamet olmadığı için bu rüya, o 15 Münâfikûn suresi, 4. adamın babası olmayan bir adamın, babası olduğunu veya mensup olmadığı bir topluma mensup olduğunu iddia ediyor. Ve Arap olmadığı halde Arap olduğunu söylüyor ” dedi. Kendisinde hikmet olan her ilme rüya tabirinde ihtiyaç vardır. Hatta matematik ilmine, dil kurallarına, kelimelerin garip manalarına dahi ihtiyaç duyulur. Eski rüya ta’birleri kurallarında bir değişiklik olmamıştır. Bilakis insanların istek ve tercihlerinde değişim olmuştur. Daha önceden dine delâlet eden şey günümüzde insanların dünyayı tercih etmelerinden dolayı dünya ile ta’bir edilir. Örneğin sahabeler rüyada hurma gördüklerinde dinin kemale ulaşması ile, bal gördüklerinde Kur’an-ı Kerim’in tilaveti, ilim ve takva ile ta’bir ediyorlardı. Daha sonra ise bu rüyalar insanların düşük himmetlerinden dolayı dünya malı ile ta’bir edildi.

Rüya Sahibinin Gözeteceği Edepler

Rüya sahibi rüyasını hased eden kimseye anlatmamalıdır. Nitekim Yakub (AS) oğlu Yûsuf’a (AS) “ Yavrucuğum, dedi. Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır. ” 16 Rüya sahibi rüyasını câhil kimseye anlatmamalıdır. Zira hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “ Rüyanı sadece sevdiğine ve akıllı kimseye anlat. ” 17 Rüyasına kesinlikle yalan karıştırmamalıdır. Zira hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “ Rüyasında yalan söyleyen kimseye kıyamet gününde iki arpayı birbirine düğümlemesi emredilir. ” 18 Rüyasının nasıl ki herkesten gizli görmüş ise, aynı şekilde gizli anlatması gerekir. Çocuğa ve kadına anlatmaması gerekir.

Rüya Tabircisinin Gözeteceği Edepler

Rüya ta’bircisi kendisine rüya anlatıldığında “ Hayrolsun ” demelidir. Rivayet olunur ki Resulullah Efendimiz (ASM) kendisine rüya anlatıldığında “ Göreceğimiz hayra, sakınacağımız şerre; bizim için hayırlara, düşmanlarımız için şerlere delâlet olsun. Hamd âlemlerin Rabbine olsun. Şimdi rüyanı anlat ” buyururdu. 19 Rüya ta’bircisi rüyayı en güzel şekilde ta’bir etmelidir. Rivayet olunur ki, Resulullah Efendimiz (AS) şöyle buyurdu: “ Rüya, ta’bir edildiği şekil üzere gerçekleşir. ” Rüya ta’bircisi kendisine anlatılan rüyayı saklamalı insanlar arasında yaymamalıdır. Zira bu onda bir emanettir. Ve güneş doğarken, zevalde iken ve batarken rüya ta’bir etmemelidir. Rüya ta’bircisi rüyayı, sahibine göre ta’bir etmelidir. Sultanın gördüğü rüya ile sıradan bir insanın gördüğü rüyanın arasını ayırmalıdır. Kadının kendisine ehil olmadığı bir rüya 16 Yûsuf sûresi, 5. 17 Ebu Davud, hadis no: 5020; Tirmizî, hadis no: 2278. 18 Tirmizî, hadis no:2281. 19 İbn-i Sünnî “ ameli’l-yevmi ve’l-leyl ”, 770. gördüğünde bu kocası için ta’bir edilir. Aynı şekilde çocuğun gördüğü rüya anne-babası için ta’bir edilir. Rüya ta’bircisi kendisine anlatılan rüya hayırlı ise rüyayı ta’bir etmeden önce rüya sahibini müjdelemelidir. Eğer rüya şerli ise ta’bir etmekten kaçınmalı veya en güzel ihtimali üzerine ta’bir etmelidir. Eğer rüyanın bir kısmı hayırlı bir kısmı şerli ise, ikisi arasında tercih ederek ağır basan tarafı ta’bir etmelidir. Eğer böyle bir tercih nedeni olmazsa rüyayı anlatan kimsenin ismini sorup o isme göre tabir etmelidir. Zira rivayet olunur ki “ Sizden biriniz rüyayı ta’bir etmekte sıkıntıya düşerse isimlere göre ta’bir etsin ” 20 denilmiştir.

Metnin Kritiği

Dikkat edilirse İbn-i Kuteybe’den yapılan iktibasa kadarki üslup ile sonrasındaki üslup bir birinden farklıdır. Hem ilk kısımdaki rüya konusundaki vâkıfâne ve derinlikli ifade tarzı sonraki kısımda yoktur. Ayrıca İbn-i Kuteybe’den yapılan alıntı sonrasında Muhammed ibn-i Sîrin’den başka birisi gibi bahsedilip, Onun yaşadığı bir vaka anlatılıyor. Oysaki kitap ve buradaki yazı Muhammed ibn-i Sîrîn’e isnad edilmektedir. Önemli bir nokta ise İbn-i Sîrîn 654-729 yılları arasında yaşamasına ve İbn-i Kuteybe 828-889 yılları arasında yaşamasına rağmen İbn-i Sîrîn ondan rüya konusunda nakil yapıyor görünüyor. Bu ise, târihen mümkün değildir. Diğer önemli nokta ise “ Rüya Tabircisinin Gözeteceği Edepler ” kısmında Hz. Peygamber’e (ASM) isnad edilen rüya tabiri konusundaki hadis 893-975 yılları arasında yaşamış İbn-i Sünnî’nin “ Ameli’l-yevmi ve’l-Leyl ” kitabı gibi tâli bir kaynakta geçmektedir. İbn-i Kuteybe iktibasından sonraki bölümde aktarılan birçok bilgi ve edep hususiyetlerinin iktibas öncesi metinde aynen geçmesi gösterir ki, iktibas sonrası kısım Muhammed ibn-i Sîrîn’e ait değildir. İlk kısım ise metnin içeriği, Kur’an ve hadislere vukufiyet, ileride aktaracağımız İbn-i Sîrîn’e sorulan ve Onun cevapladığı rüyaların tabirleriyle birebir örtüşmesi gibi hususiyetleri göz önüne alındığında rahatlıkla Muhammed ibn-i Sîrîn’e aittir diyebiliyoruz. Muhtemelen 10. yüzyıl ve sonrasında yaşamış bir rüya âlimi, Muhammed ibn-i Sîrîn’in rüya konusundaki tespitlerini, görüşlerini yazılı ve sözlü kaynaklardan derlemiş; akabinde ta’bir edeplerine dair kendisi notlar düzenlemiş, İbn-i Kuteybe gibi kaynaklardan istifade ile rüya ta’birini çerçevelemeye çalışmış. Bu manada Diyanet İslam Ansiklopedisinin İbn-i Sîrîn’in rüya konusundaki iştihar etmiş kitapları konusundaki tereddüdü haklı görünmektedir. Fakat onların bu temkinli tavrı “ Önsöz ve Rüya Tabiri Prensipleri ” isimli yukarıdaki tespitlerin Onunla bağını kesmesiyle bir tefrit olarak görünmektedir.

Muhammed ibn-i Sîrîn’e Sorulan Bazı Rüyalar ve Onun Ta’bir ve Te’villeri

Bu bölümde Muhammed ibn-i Sîrîn’e sorulan bazı rüyalara Onun yaptığı ta’bir ve
te’villeri aktaracak ve Onun ta’bir ve te’villerinin mantık ve sistematiğini göstermeye
çalışacağım:

1. Örnek Rüya: Bir adam rüyasında Hasan-ı Basrî’yi gördü. “ Üzerinde yün bir
elbise, ayaklarında kelepçe, başında örtü olduğu halde bir çöplüğün üzerinde olduğunu, elinde
tambur çaldığını ve Kâbe’ye yaslandığını gördü. ”
Bu rüya İbn-i Sîrîn’e anlatıldığında: Yün elbisesi, zühdüne; örtüsü, Kur’an sevgisine
ve insanlara onu açıkladığına; ayağındaki kelepçeler (kayıtlar), takva üzere sâbit olduğuna;
çöplük üzerinde durması, dünyayı ayaklarının altına aldığına; tambur çalması, insanlar
arasında hikmeti yaymasına; Kâbe’ye yaslanmış olması, Allahu Teala’ya yönelmesine delâlet
eder, dedi. 21

2. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek: “ Rüyamda su istediğimi ve cam bir
bardakla su getirildiğini, bardağı avucuma koyduğumda bardağın kırıldığını ve suyun
avucumda kaldığını gördüm ” dedi. Bunun üzerine İbn-i Sîrîn (R.Aleyh):
-“ Hanımın hamile mi? ” dedi. Adam:
– “Evet ” deyince İbn-i Sîrîn:
-“ Hanımın doğum yaparken vefat edecek ve çocuk senin elinde kalacak ” dedi. Ve bu
şekilde olaylar gerçekleşti. 22
Cam bardağın kırılmasına rağmen suyun dağılmaması ve kişinin elinde kalması, İbn-i
Sîrîn için anahtar rolü oynuyor. Su isteği ise, kişinin çocuk niyetiyle evlendiğini gösterir. Cam
bardağı kadın ile yorumlamasının sebebi ise Hz. Peygamber’in (ASM) kadınların da
bulunduğu bir seferde şiir söyleyerek develeri hızlandıran kölesi Enceşe’ye söylediği: “ Yavaş
ol Enceşe! Billurları kıracaksın ” 23 sözüdür.

3. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek: “ Ayak parmağımın bir közün üstünde olduğunu gördüm. Köze bastığımda sönüyor, ayağımı kaldırdığımda yanıyor ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Sen nefsinin hevâsına uymuş birisisin ” dedi. Adam: -“Hayır, öyle değilim. Ancak ben ‘Kader’ hakkında konuşuyorum ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“Kader hakkında konuşmaktan daha büyük bir şey var mıdır? ” dedi. 24 İbn-i Sîrîn közü, heva ile yorumluyor. Heva, insanın vicdanını köz gibi yapan günahların ve Cehennem’in korlarının sebebidir. Fakat ilginç nokta, köze basılınca közün 21 İki İslam Aliminden Geniş Rüya Tabirleri Ansiklopedisi, Yasin Kitabevi, 224. 22 A.g.e. s.125. 23 Buhari, hadis no: 6210. 24 A.g.e., s. 97. sönmesi, közden kaldırınca közün ve ayağının yandığıdır. Rüyada ayak, kişinin aklıdır. Ayakkabı ise, kişinin fikrî metodudur. Yol ise, kişinin aklen Hakikate doğru ilerlediği hattır. Ariflerde buna “ meslek ”; âlimlerde “ mezheb ” denilir. Kişinin ayak parmakları ise, kişinin tahayyül, tasavvur, taakkül, muhakeme gibi aklî melekeleridir. Kader ve kor ilişkisini ise Hz. Peygamber’in bir hadisi bize açar. Yeni Müslüman olan bir sahabe Hz. Peygamber’e (ASM) -“ Kader nedir? ” diye sorarak Ona anlatmasını ister. Hz. Peygamber (ASM) ise, o kişinin ilmî bir alt yapısı olmadığı, anlatsa da anlayamayacağı veya duyduğu bilgiyi enâniyeti kendisine âlet edip ateşe dönüştüreceği için şöyle der: -“ Kader konusu, Cehennem korlarından bir kordur. ” 25 Köz ise, küçük kor parçası demektir. Kora basınca sönmesi ve yakmaması, ayağını çekince yanması ve yakması gösterir ki, kişi Kader gibi imanî meseleler hakkında yüzleşir ve üzerine giderse, yarım bilmenin verdiği manevi yangından kurtulur. Mesele onun hakkında nura döner. Fakat üstüne gitmezse, yarım bilgileri onun ruhunu yakan bir köz ve kor haline gelir.

4. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda ok attığımı, bazen isbaet ettiğimi, bazen de ıskaladığımı gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Allah’tan kork! Çünkü sen insanların gıybetini yapıyorsun ” dedi. 26 Rüyada ok, doğru söz demektir. Doğruluk, Arapça’da sıdk demektir. Okun konulduğu kaba da, aynı kökten sadak denilir. Bu manada doğru söz rüyada ok gibi görünür. İbn-i Sîrîn ok atmayı söz söylemek; bazen tutturup bazen ıskalamayı ise gıybet olarak te’vil ediyor. Çünkü yüz yüze konuşmada doğru söz, muhatabı ıskalamaz. Fakat kişinin gıyabında ve arkasından atılan ok hedefi bazen tutturur bazen tutturamaz. Gıybet, bilindiği üzere, hakikatte doğru olan bir sözle muhatabını gıyabında söz konusu ederek onun sosyal kişiliğini rencide etmektir. Eğer yalan sözle bu rencide yapılsa buna iftira denilir. Bu yüzden İbn-i Sîrîn ok atmayı, gıybet olarak te’vil ediyor.

5. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda bir birlerine ok atan karşılıklı iki saf insan gördüm. Birinci saftaki kişilerin attığı oklar, isabet ettiği halde diğer saftakilerin attığı oklar isabet etmiyordu ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Onlar aralarında husumet olan iki kabiledir. Okları isabet edenler davalarında haklı, diğerleri ise haksızdır ” dedi. 27

6. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek: “ Rüyamda bir aslan yavrusunu kucakladığımı gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîm adamın görüntüsünden fakir olduğunu anlayınca: -“ Senin durumun nerede hükümdarların durumu nerede? ” dedi. Sonra -“ Belki de hanımın bir hükümdarın çocuğunu emziriyordur? ” dedi. Adam: 25 İbnü’l-Esir el-Cezerî, Üsdü’l-Ğâbe. 26 A.g.e., s.39 27 A.g.e., s.40. -“ Evet, doğru söylüyorsun ” dedi. 28 İbn-i Sîrîn aslanı, en güçlü ve yırtıcı canlılardan biri olmasıyla “ kral ” olarak te’vile diyor. Aslan yavrusunu ise, şehzade… Çocuğu kucağına almak ise ya kişinin öz evladı olduğuna veya süt çocuğu olduğuna delalet ettiği için rüyayı soranın görüntüsünden ilk ihtimali imkânsız görerek “ süt baba olma ” olarak tabir ediyor. Ki o zamanın Arap kültüründe zengin kesim çocuklarını saf Arapça’yı öğrenmesi, temiz dağ ve köy havası alması, hayatın zorluklarına daha küçükten alışması için sütanne ve babaya vermek vardı.

7. Örnek Rüya: İbn-i Sîrîn’e bir gün bir adam gelip: – “ Ben rü’yâda bir kuşun mescidden güzel bir taş alıp, gittiğini gördüm ” deyince, İbn-i Sîrîn: – “ O halde Hasan-ı Basrî vefât etti ” buyurdu. Hakîkaten çok sevdiği Hasan-ı Basrî vefât etmişti. Bu rüya Hasan-ı Basrî Hz.lerinin manevi ağırlığı ve ölümü etrafında dönüyor. Taş , insanlarla ilişki içinde olan nesneler arasında, içi doluluğun ve ağırlığın sembolüdür. Bu manada Hasan-ı Basrî, Tabiin devrinin gerek ilim ve hikmet, gerek ahlak ve edep noktasında içi en dolu, manevi ağırlığı en fazla, hayatı Kur’ana hizmet yeri olan Mescid’de geçen kişidir. Ki, Hz. Ali’nin (KV) en büyük talebesidir. Hasan-ı Basrî Hz.leri mescid ve dine hizmet eksenli yaşadığı için, evinde vefat etse de manevi âlemde mescidde vefat etmiş sayılıyor. Rüyadaki görülen kuş ise, Hz. Azrail’dir (AS).

8. Örnek Rüya: İbn-i Sîrîn’e “ Rüyada elinin kesilmiş olduğunu gören kimse ” nin rüyası soruldu. İbn-i Sîrîn: – “ Bu rüya, o kişinin mesleğini değiştirmesine delâlet eder ” dedi. O kişi marangoz iken başka mesleğe geçti. 29 Rüyada el, sanata işaret ve delalet eder. Bir sanatta usta haline gelmeye “ el almak ” denilmesi bu manadadır. Teorik bilgi, kafa ile sembolleşir. Fakat işte meleke kazanma, güçlenme ve hâkimiyet kazanma “ el ” ile temsil edilir. Elinin kesilmesi ise, kişinin o iş sahasından “ el etek çekmesi ” demektir. Yani iş değiştirmek… Bu manada Kur’andaki “ yedullah ” 30 ( Allah’ın eli ) ifadeleri de bir müteşâbih ( iç içe benzetme ) olup, her şeyin Onun kudretiyle seri şekilde yapıldığını ve Onun iradesinin kontrolünde olduğunu ifade eder.

9. Örnek Rüya: İbn-i Sîrîn’e “ Sağ elinin sol elinden daha uzun olduğunu gören kimse ” nin rüyası soruldu. İbn-i Sîrîn: – “ O adamın iyilikleri çokça yaptığına ve akraba ziyareti yaptığına delâlet eder ” dedi. İbn-i Sîrîn’in bu te’vilinin dayanağı Hz. Peygamber’in (ASM) bir hadisidir. O eşlerine hitaben geleceğe dair şöyle demiştir : “ İçinizden bana en çabuk kavuşacak olanınız, kolu en (28 A.g.e., s. 73. 29 A.g.e., s.321. 30 Fetih suresi, 10 ve diğerleri…) uzun olanınızdır. ” 31 Burada eşlerinden cömertlikte en ileri olan Hz. Zeyneb bint-i Cahş’ın, kendisinden sonra ilk vefat eden eşi olacağını haber veriyor. Sağ el, manevi fiillere; sol el ise, maddi fiillere delalet eder. Bu açıdan İbn-i Sîrîn, sağ elin uzunluğunu hayır ve hasenat olarak te’vil ediyor.

10. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek: “ Rüyamda bineğimin üstünde iken bir dar boğaza rastladım. Eyerim orada takılı kaldı, ben ve bineğim kurtulduk ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Sen ne kötü adamsın! Senin başına bir durum gelecek ve sen hanımını yüz üstü bırakacaksın ” dedi. Bir süre sonra adam hanımı ile yolculuğa çıktı. Âniden yollarını eşkıyalar kesince, adam hanımını orada bırakarak canını kurtardı. İbn-i Sîrîn bu rüyayı tabirde “ eyer ” hakkında şöyle der: “ Rüyada eyer, tek olduğu durumda kadına delâlet eder. ” 32 Kişinin nefsi, rüyada at olarak görünür. Ata rahat binmek ise, eyer kullanmakla olur. Bu manada kişinin şehvetini dizginlemesinde evlilik kilit rol oynar. İbn-i Sîrîn’in rüyayı anlamasında şu hadis anahtar olmuştur: “ Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur. Geriye kalan yarısı için de Allah’a karşı gelmekten sakınsın.’’ 33 Bu manada kişinin hanımı, nefsine binmesi ve onu kontrol altına almasında rahatlığa vesile bir “ eyer ” olarak görünür.

11. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e (R.Aleyh) gelerek: “ Rüyamda ezan okuduğumu gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Elin kesilecek ” dedi. Çok geçmeden başka bir adam geldi. Aynı şekilde o da “ Rüyada ezan okuduğumu gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Hacca gideceksin ” dedi. İbn-i Sîrîn’e -“ Bu ikisinin arasını nasıl ayırdın? ” denilince İbn-i Sîrîn: -“İlk adamın simasından iyi bir insan olmadığı anlaşılıyordu, ikinci kimsenin siması ise güzel ve nurlu idi ve bu işaretlere göre ta’bir ettim ” buyurdu. 34 Ezan, Kur’an’da nida olarak ifade edilir. 35 Müezzin ise, münâdi… Bu manada Kur’an, insanları Allah’a imana, Onun emir ve yasaklarına riayete çağıran bütün peygamberleri bir münâdî ( müezzin ) olarak isimlendirir. 36 Bu noktada insanları namaza, dine hizmete çağırmak bir ezan olduğu gibi; dinin yasaklarının dünyevi cezası olan had cezalarının uygulanması da insanlara Hakkı fiilen tavsiye eden bir ezandır. İbn-i Sîrîn ezanın müspet manasını adamın simasında görmediği, kılık kıyafet ve simasından hırsızlık vasfını okuduğu için had cezasının tatbikinin onun üzerinde uygulanacağını gördü ve rüyayı öyle (31 Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 101; Tabakât, 8: 108; el-İsâbe, 4: 313; Hilye, 2: 54. 32 A.g.e., s. 353. 33 Heysemi, Mecme’u’z Zevaid, No: 7310; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, 2/239. 34 A.g.e., s.357. 35 Cuma suresi, 9. 36 Âl-i İmran suresi, 193.) te’vil etti. İkinci kişinin zenginliğini gösteren kıyafeti, dindar simasından yola çıkarak hacca gidiş olarak yorumluyor.

12. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda elimde bir yüzük olduğunu ve kırmızı yakuttan taşı olduğunu gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“Kalbi katı olan güzel bir kadını seviyorsun ” dedi. İbn-i Sîrîn, yüzükten, evliliği; yakutun sertliğinden, katılığı; yakutun renginden ise, kalbi çıkarıyor. Bununla beraber Hazret’in affına sığınarak bu rüyayı şöyle de te’vil edebiliriz: Kur’an, Rahman suresinde hurileri, yakut ve mercana benzetir. 37 Yakut, kişideki bütün olumsuzlukları çeken, olumluluk ve hayırlılığın sembolü olan taştır. Yakutun sertliği, rüyayı görenin eşinin dışa dönük, öfkeli ve sert karakterli bir kadın olduğunu bildirir. Kırmızılığı, dışa dönük karakterlilerin ana özelliği olan, yoğun duygusallığı ve aşkı ifade eder. Fakat dışa dönük karakterli kadınlar, yakut gibi sağlam vicdanları ile bir iyilik meleği gibidirler. Yakutun kıymetli ve nadir bulunan bir taş olması ise gösterir ki, kişinin eşi asil bir aileden biri veya müstesna bir fıtrat sahibi demektir.

13. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda siyah bir geminin içinde olduğunu ve geminin sadece iplerinin kaldığını gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Sen dinî yaşamında ihlasını kaybetmemiş bir kimsesin. Çünkü geminin ipleri, din adamlarına delâlet eder ” dedi. 38 Bu rüyanın anahtarını Hz. Peygamber (ASM) şu hadisiyle verir: “ Rüyada süt görmek, fıtrata; gemi, kurtuluşa; deve, üzüntüye; yeşillik ise, Cennet’e işaret eder. ” 39 Gemi, Hz. Nuh’un (AS) gemi ile tufandan kurtulması ve ümmetini kurtarması hadisesinden yola çıkılarak Hz. Peygamber’ce (ASM) “ necat ” olarak te’vil ediliyor. Başka rüyalarda rüyaya göre gemi, tevekkül ile de te’vil edilir. 40 Çünkü tevekkül, sosyal hayat ve dünya denizinde bizi boğulmaktan kurtaran ve yüklerimizi kendisine bıraktığımız; ticari açıdan da bakarsak yük taşımacılığının sembolü olan araçtır. Geminin direkleri arasında durup yelkenlerini ayakta tutan iplerdir. Arapça’da ip, sebeb demektir. Bu noktada İslam gemisinin emir ve yasaklarını topluma duyurarak İslam gemisine yol aldıran sebepler âlimlerdir. Kişinin kendini gemide yalnız bir yolcu olarak görmesi ise, onun din konusunda ihlaslı ve sebatkâr olduğu anlamına geldiği için İbn-i Sîrîn rüyayı bu şekilde te’vil etmiştir.

14. Örnek Rüya: “Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda göğsümde çok miktarda kıllar olduğunu ve onları düğümlediğimi gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Bir emânet aldığına ve onu sahibine geri verdiğine delâlet eder ” dedi. 41 Rüyadan kafadan çıkan kıllar ve saç, endişeye ve düşüncelere delalet eder. Aynı manada göğüsten çıkan kıllar ise, vesvese ve kuruntulara delalet eder. İnsanları endişelendiren (37 Rahman suresi, 58. 38 A.g.e., s. 383. 39 ed-Dârimî, Kitâbu’r-Rü’ya, 13. 40 Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 3. Nokta. 41 A.g.e., s. 391.) ve muhafaza konusunda evhamlandırıp vesvese uyandıran şeyler “ emanet ” lerdir. Kılları düğümlemek ise, ne yapacağına dair karar vererek vesveselerini kontrol altına almak demektir. İbn-i Sîrîn düğümlemeyi, emaneti iade etme kararı olarak yorumluyor.

15. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrîn’e gelerek “ Rüyamda tanımadığım 3 kişi gördüm. Onlardan birisi gökyüzüne yükseldi. Diğeri sema ile yer arasında tutuldu. Sonuncusu ise secde eder olduğu halde yeryüzüne kapandı ” dedi. İbn-i Sîrîn: -“ Semaya yükseldiğini gördüğün kimse insanların arasında kalkan güven duygusudur. Yerle gök arasında tutulan kimse ileride terk edilecek aile ziyaretidir. Secde eden kimse ise bu ümmetin sonuna kadar devam edecek namazdır ” dedi. 42 İbn-i Sîrîn’in bu rüyayı anlamasında anahtarlar şu 2 hadistir: “ Sıla-i rahim Arşa asılmış der ki: Beni gözeteni Allah gözetsin, beni terk edeni Allah terk etsin!’ ” 43 ve “İnsanlardan ilk kalkacak olan güvenlik, son kalkacak olan da namaz olacaktır. Çünkü namaz kılan çok, fakat Allah’ın nezdinde kılınan namazın karşılığı olmayacaktır.” 44 Namazın zirvesi, özü ve ruhu, secdedir. Bu manada İbn-i Sîrîn, secdeyi, namaz olarak te’vil ederek hadislerin ışığında rüyanın manasını gören kişiye açıyor. Emniyet, sıla-i rahim ve namaz hakikatlerinin insan suretinde görünmesi ise, insanın bu 3 vasıfla beşeriyetten insaniyete yükseldiğine bir işarettir.

16. Örnek Rüya: Bir adam Ebu Avn’e gelip “ Rüyamda senin kapında öten bir horoz gördüm ” dedi. Ebu Avn, İbn-i Sîrîn’e gelerek rüyayı anlattı. İbn-i Sîrîn: -“ Eğer o kimse doğru söylüyorsa, bu rüya senin 34 gün sonra öleceğine işaret ediyor ” dedi. Bunun üzerine Ebu Avn yanındaki içki ve eğlence arkadaşlarını uzaklaştırdı ve Allahu Teala’ya tövbe etti ve İbn-i Sîrîn’in dediği gün öldü. İbn-i Sîrîn’e bu süreyi nasıl tespit ettiği sorulunca İbn-i Sîrîn: -“ Ebced hesabından anladım. Çünkü horoz kelimesinin Arapça karşılığı olan “ Dîk ” kelimesinde “ Dal ”, 4 sayısına; “ Ya ”, 10 sayısına; “ Kef ”, 20 sayısına delalet eder ” dedi. 45 İbn-i Sîrîn rüyaların ta’bir ve te’vilinde belirli bir disiplin ve hikmete dayanan bütün ilim ve fenleri bilmeye taraftardır. Bu rüyadaki tabirinde gördüğümüz üzere belirli bir hesap disiplinine dayanan ebced hesabını tabirde anahtar olarak kullanıyor ve rüyanın şifrelerini çözüyor. Gerçekten ufuk açıcı ve takdire şayan bir tabir!

17. Örnek Rüya: Keysânî şair Seyyid el-Himyerî (723-789) çocukken rüyasında geniş bir hurma bahçesinde, Resulullah Efendimiz’i (ASM) gördü. Yan tarafında üzerinde bitki olmayan güzel bir arazi vardı. Resulullah Efendimiz (ASM) hurma bahçesini göstererek:

-“ Bu bahçe kimindir, biliyor musun? ” dedi. Himyeri: (42 A.g.e., s. 399. 43 Müslim, Birr ve Sıla, 17. 44 Câmiü’s-Sağîr, hadis no: 973. 45 A.g.e., s. 469.)

-“ Bilmiyorum ” dedi.

-“ Burası İmriü’l-Kays’ındır, oradaki hurma fidanını al ve şu güzel araziye dik ” buyurdu. Himyeri Resulullah Efendimiz’in (ASM) dediğini yaptı. Sabah olunca İbn-i Sîrîn’in yanına gelip rüyasını anlattı. İbn-i Sîrîn:

-“ Ey çocuk sen şiir söyler misin? ” dedi. Himyeri:

-“ Hayır ” dedi. İbn-i Sîrîn:

-“ Sen ileride İmriü’l-Kays gibi şiir söyleyeceksin. Ancak sen şiirlerini ahlak çerçevesi içinde yazacaksın ” dedi. 46

Bazı rüyalarda hurma ağacı, salahat manasına gelir. Salahatin zıddı ise, fısktır. Yani ahlaksızlık… Bazı rüyalarda ise ilhamın hakikatini ifade eder. Bu rüyada ilhama delalet ediyor. İmriülkaysın birçok şiiri yanık bir kalpten ve ilhamla çıktığı için Hz. Peygamber (ASM) tarafından takdir edilmiş ve övülmüştür. Fakat karakter olarak serseriliğe yatkın, kural tanımak ve ahlaksız olduğu için rüyada Hz. Peygamber (ASM), “ Onun tarlasındaki hurma ağacını kendi güzel arazine dik, büyüt ” diyor. Bu açıdan İbn-i Sîrîn Seyyid el-Hımyerî’nin ileride büyük ve makbul bir Ehl-i Beyt şairi olacağına dair bir işaret olarak rüyayı te’vil eder.

18. Örnek Rüya: Bir adam İbn-i Sîrin’e gelerek “ Rüyamda Basra mescidinin ortasında ayakta bir adamın durduğunu, kılıcını çekip kayayı ikiye ayırdığını gördüm ” dedi. İbn-i Sîrîn:

-“O adamın Hasan-ı Basrî olması gerekir ” dedi. Adam:

-“ Evet, evet Oydu ” dedi. İbn-i Sîrîn:

-“ Onun olduğunu şuradan anladım ki mescid, dine; elindeki kılıç, kişinin sözlerine ve parçaladığı o kaya da, dinde hakkı söylemeğe delâlet eder ” dedi. 47

Bu rüyanın anahtarı Hz. Peygamber’in (ASM) şu hadisidir : “ Sağır, dilsiz ve kör fitne gelecek. Fitneye azıcık meyledenin üzerine o, süratle gelir (kendine çeker). Fitnede dilini oynatmak aynen kılıç oynatmak gibidir . ” 48 Kayayı ise, insanların katı kalpleri olarak ele alabiliriz. 49 Hasan-ı Basrî hakikat ve hakkı söyleyen dili ile insanların katı kalplerini parçalamış, onlara hakkı göstermiştir.

19. Örnek Rüya: Bir adam rüyasında 12 kulağı olduğunu gördü. Ve bu adamın rüyası İbn-i Sîrîn’e anlatıldı. O:

-“ Eğer rüya sahibi güç ve kuvvet sahibi ise, nail olacağı büyük hayırlara delalet eder. Eğer zengin ise kulakların sayısınca beldelerden kazanç haberleri almasına delalet eder. Eğer köle ise, hakaret ve üzüntüye düşmesine delalet eder. Eğer hasımları varsa hâkim bu kişinin 46 A.g.e., s. 471. 47 A.g.e., s. 586. 48 Sünen-i Ebu Davud, Ebu Hureyre’den naklen. 49 Bakara suresi, 74.aleyhine hükümler verir de hoşlanmadığı sözler duyar. Eğer mahkemesi varsa davayı kazanmasına delalet eder ” dedi. 50

Rüya sahibi belirsiz olduğu durumda, İbn-i Sîrîn aynı rüyanın farklı kişilerde farklı manaya geldiğini tespit etmiş ve tespitini bu rüyada uygulamıştır. Kulak, duymanın ve itaatin sembolüdür. 12 sayısı ise, tam ve kuşatıcı bir düzeni ifade eder. 12 ayın bir seneyi oluşturması gibi…

20. Örnek Rüya: Muhammed ibn-i Sirin hazretlerine bir adam gelerek: “ Rüyamda küçük bir delikten büyük bir öküzün çıktığını gördüm. Sonra aynı öküz ayni deliğe girmek istedi, ancak delik dar geldiği için giremedi ” diye tabirini ister. Bunun üzerine Muhammed ibn-i Sirin:

– Senin ağzından büyük bir söz çıkacak. Sonra söylediğine pişman olacak, özür dileyecek ve sözünü geri almak isteyeceksin. Fakat bu mümkün olmayacak, diye yorumlamış.

Buradaki tabirde, küçük delik, insan ağzıdır. Ağızdan çıkan öküz, iriliği ile sözün kuvvetli, etkileyici ve çarpıcı olduğunu bildirir. Boynuzlarıyla, incitici olduğunu; boynuzlarının sivriliği ve kafasından çıkmasıyla, sözün içerdiği sivri ve yaralayıcı manaların kişinin düşüncelerinden ibaret olduğunu gösterir. Ağızdan koç veya manda yerine öküz çıkması, kişinin o an çok öfkelendiğini gösterir. Öfkeli bir boğa, boynuzları ile çok tehlikeli olduğu gibi, öfkeli bir kişi de kafasından çıkan sivri düşünceleri ve sözleriyle etrafındakilere manevi çok zarar verebilir. Zaten kişi öfkeyle boyundan büyük bir sözün ağzından çıktığını fark ettiği zaman sözünü geri almak istemesi, öküzün ağzına geri girmeye çalışması olarak görünmüş. Rüya ikaz edici bir rüya olup kişiyi öfke kontrolüne dair bir terbiyeye muhtaç olarak gösteriyor.

21. Örnek Rüya: Muhammed ibn-i Sirin hazretlerinin yanına gelen bir kişi: “ Rüyamda kulağıma ufak bir taş girdi, korkarak sıçradım ” demiş. Muhammed ibn-i Sirin de şu yorumda bulunmuş:

– “ Sen, itikadı tam olmayan bir takım kötü kişilerle karşılaşıp onlardan kötü laflar işiteceksin. Sonra tövbe edip kurtulacaksın.

” Rüyada kulak, özellikle sağ kulak kişinin imanının bulunduğu yer olan kalbinin içine açılan kapıdır. Sol kulak ise, kişinin amel ve teslimiyetinin bulunduğu yer olan ruhunun içine açılan kapıdır. Rüyayı gören kişi sağ kulağıyla ilgili olarak rüyayı anlattığı için Muhammed ibn-i Sirin, onun itikadî manada bozuk bir söz duyacağını; o sözün kulağından içeri grip kalbini zedeleyeceğini fakat tevbe ederek kurtulacağını ifade eder. Duyacağı söz, münafıkça bir sözdür. Çünkü münafıklar rüyada, Cehennem’e yuvarlanan bir kaya olarak görünürler. Onların sözleri de bu manada Allah’a atılan bir iftira taşı şeklinde bu rüyada görünüyor.

Kulak, duyma merkezidir. Gerçek duyma ise, duyulan şeyi bütün duyguları ile algılayıp kabul etmedir. Bizim sözümüzü dinleyip, uyarılarımıza rağmen tehlikeli yolda giden birisine biz “ Sen beni duymuyor musun? ” diye tepki gösteririz. Çünkü gerçek duyma, itaattir. Bu manada kalbin duyması, “ iman etmesi ” dir. Ruhun duyması “ teslimiyet ” tir. (50 A.g.e., s. 629.) Yasaklardan kaçınma ve emirleri yerine getirme, ruh kulağının birer duymasıdır. Kur’an bu manada gerçek duymayı şöyle ifade eder: “ Semi’na ve eta’na ” ( İşittik, itaat ettik. ) 51

22. Örnek Rüya: Bir adam, İbn-i Sirin hazretlerinin yanına gelerek demiş ki: “ Rüyamda gördüm ki, gökten bir kuş inerek bir yasemin ağacı üzerine kondu. Gagası ile çiçekleri birer birer topladı. ” Bu rüyayı işiten Muhammed ibn-i Sirin’in rengi değişti:

– “ Bu rüya, o yerin ilim adamlarının öldürüleceklerine delalet eder ” dedi ve hakikaten de o sene birçok ilim adamı Âhiret’e yolcu oldular.

Rüyada görülen kuş, Hz. Azrail’dir (AS). Melekler, 2 kanatlı olarak görünecekleri zaman kuşlar şeklinde rüyada görülürler. Veya uçucu ve yükselici olduklarını anlatma sadedinde… İnsanların ruhları da, rüyada kuşlar olarak görünür.

Rüyadaki çiçekler, ilim içinde huzur ve saadeti elde etmiş; hakikat ile hayatın güzelliğini temaşa eden ilim ehlidir. Muhammed ibn-i Sîrîn bize çok güzel bir ders veriyor: Rüyada yasemin ağacı, ilim hakikatinin sembolüdür.

Her hakikatin ağaç şeklinde bir sembolü olduğu gibi, ilim hakikatinin sembolü de, yasemin ağacıdır. Zeytin ağacı, nurun; incir, hayatın; hurma, salahatin; nar, takvanın, erik, marifetin; elma, hamdin; üzüm asması, şükrün sembolüdür. Bütün ağaçlar, birer çekirdekten çıkar. Çiçek açıp meyve verir; meyvesindeki çekirdekler ile o ilk çekirdek kendini çoğaltır. Mantık biliminde buna “cüz’îyetten külliyete yükselme” denilir. Her insanın ruhu da bir hakikattir. Dünya tarlasına ekilir. Onun da dünya imtihanı kendi cüz’î hakikatini ebedî ve küllî bir ağaç yapmaktır. Hakikatini küllileştirmeye başlayan fıtratlar, dünya denilen fidanlıktan Cennet denilen bahçeye şaşırtılırlar. Cennet, Arapça’da “ saklı bahçe ” demektir.

23. Örnek Rüya: Bir gün biri Muhammed ibn-i Sirin’in yanına gelerek şöyle demiş:

– “ Ben bir kadınla evlenmek istemiş ve onu ailesinden istemiştim. O kadını rüyamda siyah ve kısa boylu gördüm ” deyince Muhammed ibn-i Sirin:

– “ Git, o kadınla çabuk evlen. Rüyada siyah gördüğün, onun malı ve boyunun kısalığı ise, ömrünün azlığıdır. Senin nikâhının altında ölürse mirası sana kalır ” demiş ve rüya aynen çıkmış.

Rüyada boy uzunluğu, normalde kişinin düşünce ufkunun genişliği ve yüksek şuuru anlamına gelir. Muhammed ibn-i Sirin boy uzunluğunu, ömür olarak yorumluyor. Çünkü insanın hayatta en şuurlu olduğu zaman dilimi, herhangi bir sıra dışı aksama olmazsa, ölümüne en yakın zamandır. Ömür, bir tecrübeler piramitidir. Tecrübe ise ilmi, şuur haline getiren bir faaliyettir. Hayat, bir tecrübe ve imtihan yolculuğudur. Bu noktada insanın boy uzunluğu, uzun ömre ve yüksek şuura delalet ettiği gibi; boyunun kısalığı da, ömrünün kısalığına ve tecrübenin azlığına tekabül eder. Bu bağlantıdan dolayı Muhammed ibn-i Sirin, kadının boyunun kısalığını, kısa ömür ile te’vil eder. İbn-i Sirin’den yaklaşık 1100 sene sonrasında yazılan Risale-i Nur eserlerinde Said Nursi, Hz. İbrahim’in suhufunda geçen (51 Bakara suresi, 285.) temsildeki kuyuyu, insan bedeni; 60 arşın derinlikteki kuyu uzunluğunu, ömür olarak te’vil eder. Demek ki boy uzunluğu, kollektif bir bilinçaltı sembol olarak daima ömür hakikatine tekabül ediyor.

Renkler, cisimleri bir birine gösteren özelliklerdir. İnsanlar, maddi manada renkleri ile görünürler. Görünme, renk ile olur. Hava, renksiz olduğu için görünmez. Bu manada çok renklilik, görünürlükte ilerleme demektir. Renkleri sindirip kaynaştırma ise ileri bir seviyedir. Beyaz renk ise renk konusunda ve görünürlükte zirve tondur. Beyaz nesneler, aldıkları ışığın renklerini olduğu gibi yansıtırlar. Buna mukabil, siyah renk ise, bütün renkleri yutan nesnelerin görüntü şeklidir. Muhammed ibn-i Sirin, mal ve servetin, insanları toplumda görünmez kılacak, onların manevi bütün renklerini yutacak bir yapıda olduğundan yola çıkarak siyah rengi, mal ve servet olarak yorumlar. Rüya mütehassısı Said bin Hasib ise dindarlığı, neseb ve iffeti, beyaz renk olarak yorumlar.

24. Örnek Rüya: Başka bir gün bir başkası Muhammed ibn-i Sîrîn’e gelip:

– “ Rü’yâmda incileri domuzların boynuna astığımı gördüm. Acaba bu nedir? ” deyince, ona:

– “ Sen ehli olmayanlara hikmet öğretiyorsundur ” cevâbını verdi. Adam talebelerini araştırınca, hakikaten öyle olduklarını tesbit etti.

Rüyada görülen inci , hakikat demek… Hakikatler de aynen incinin sedefin iki kapağı arasında olması gibi, bu dünyadaki olayların tam ortasında ve içindedir. Olayların kapaklarını tefekkürle açmadan, dikkat ile kabuklarını kırıp özüne geçmeden kişi herhangi bir mevzunun hakikatini elde edemez. Bir mevzunun hakikati elde edilmeden de kişi o konuda köklü ve gerçek bir ilme sahip olamaz.

Muhammed ibn-i Sîrîn inciyi, hakikatin işlenmiş hali olan hikmet şeklinde ele alıyor. Çünkü rüyada inci , saf haliyle , hakikat demektir. İncinin boyna asılabilmesi için temizlenmesi, delinmesi ve diğer incilerle birleştirilerek kolye haline getirilmesi gerekir. Hikmet ise, rüyada işlenmiş inci olarak görünür. Hikmet, sebep-sonuç bağları kurarak ve belirli bir nizam ile her şeyi yaratır. Nizam ise, Arapça’da, inci tanelerinin bir ipe dizilmesi manasındadır. Bu açıdan İbn-i Sîrîn’in te’vili son derece derin ve doğrudur. Rüyadaki domuzlar ise, hırsla dünyaya saldıran kişileri ifade eder. Burada ince bir manada şu ki, domuz başını sağa sola döndüremez. Bu açıdan bakılırsa bu rüya, o âlimin ders verdiği kişilerin sağ ve soldan gelen seslere yönelmeyen saplantılı kişiler olduğuna da işaret ediyor. Oysa ilimde saplantı olursa o ilim hakiki ilim ve hikmet olamaz.

25. Örnek Rüya: Muhammed ibn-i Sîrîn kendisi şöyle bir rüya gördüğünü anlatır: “ Rüyamda bir camiye girdim. Camide 3 ihtiyar, bir de yanlarında güzel yüzlü bir genç olduğunu gördüm. Gence:

-“Allah sana rahmet etsin. Sen kimsin? ” dedim. Genç:

-“ Ben, Yûsuf’um ” dedi. -“Bu ihtiyarlar kim? ” dedim. O:

-“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub Aleyhimüsselam ” buyurdu. Ona:

-“ Allahu Teala’nın sana öğrettiklerini bana öğretir misin? ” dedim. Bunun üzerine ağzını açtı:

-“ Ne görüyorsun? ” dedi.

-“ Dilinizi görüyorum ” dedim. Sonra ağzını açtı:

-“ Ne görüyorsun? ” dedi.

-“ Küçük dilinizi görüyorum ” dedim. Sonra tekrar ağzını açtı:

-“ Kalbinizi görüyorum ” dedim. Bunun üzerine: -“ Korkma ve rüyaları ta’bir et ” dedi. İbn-i Sîrîn:

-“ Sabah olduğunda bana anlatılan tüm rüyaların ta’birini, avucumun içi gibi bildiğimi gördüm ” dedi.

52

Bu rüya Muhammed ibn-i Sîrîn’in rüya ilminin kaynağını gösterdiği gibi, Hak katında makbuliyetini de ifade eder. İlk anda Hz. Yusuf’un (AS) dilini, sonrasında küçük dilini ve sonuncuda kalbini görmesi delalettir ki, kendisi rüyalar konusunda zaman içinde gelişip derinleşecek… Rüyaların dilini daha iyi anlayacak. Rüyaların hakikatini, sırrını ve İlâhî muradı anlamada eşsiz bir hale gelecek. Örneklerde gördüğümüz üzere… Erdem AKÇA

52 A.g.e., s. 1088.

ÇİY, JALE

İmam Cafer Sadık (a.s): Rüyada çiy/ jale görmenin beş tabiri vardır:

1-Bela

2-Husumet

3-Ordu

4-Kıtlık

5-Hastalık.

İbn-i Sîrîn: Bulunduğunuz semte çiy düştüğünü görmek; bölge halkının yönetimden yana sıkıntı yaşayacağına…

Çiyle beraber yağmur yağdığını, rüzgâr estiğini ve şimşek çaktığını görmek; bulunduğunuz bölgede kıtlık ve açlık olacağına işarettir.

Kirmanî: Çiyle birlikte yağmur yağdığını görmek; bolluk ve emniyete…

Çiyle birlikte şimşek çaktığını görmek; yöre halkının birtakım sıkıntılar yaşayacağına işarettir.

ÇİVİTOTU

Tiflisî Rüya Tabirleri:

Müellif: Kendinize ait bir arazide bol miktarda çivitotu olduğunu görmek; üzüntü ve sıkıntıya…

Yerden çivitotu koparıp attığınızı görmek; üzüntüden kurtulacağınıza…

Eşinize çivitotu verdiğinizi görmek; ayrılığa işarettir.

DERİ

Nablusi Rüya Tabirleri:

İnsanın rüyada gördüğü cild ve derisi insanın örtüsü, ölümünden ve sağlığından geri bıraktığı maldır. Derisinin yüzüldüğünü gören kimse, hasta ise ölür. Sıhhatli ise fakirleşir ve rüsva olur. Rüyada bedenini sağlam ve şişman görmesi, rüya sahibinin din ve imanının kuvvetli olmasına delalet eder. Eğer kendi cesedinin yılan cesedi gibi olduğunu görse, düşmanlığından gizleyip sakladığı şeyi açıklar. Koç kuyruğu gibi kuyruğunun olduğunu gören kimsenin rızıklı bir çocuğu olur ve kendisi de bu çocuk sayesinde bol geçime kavuşur.
Cesedini demirden yahut çamurdan yapılmış çanak ve çömlekten olduğunu görse vefat eder. Zarar vermeksizin vücudunda fazlalık gören kimsenin, nimeti ziyadeleşir. Rüyada görülen cismin güzelliği ve semizliği yüceliğe ve düşmanlara galip gelmeye delalet eder. Rüyada deri ve cild, insan ve gayrisi için muhafaza ve korunmaktan ibarettir. İnsan için cild, baba ve anasından, sultan ve malından, ev ve elbisesinden, hanım ve arazisinden sıhhat ve hastalığından, ibadet, iman ve şirkinden ibarettir. bazen da insanın cildi, onun düşmanına ve kendisine söz götürüp getiren dostuna delalet eder. Çünkü cild, kıyamet günü sahibine sehadetlik yapar.
bazen cild, sabra ve işlerdeki güçlüğe metanet ve cesaret göstermeye delalet eder. Bir kimse rüyada derisinin güzel olduğunu görse, hayra, rahata ve hastalıklardan kurtulmaya delalet eder.

Ölen kimsenin rüyada cildinin güzel olarak görülmesi, o ölü kimsenin cennet nimetlerine nail olduğuna delalet eder. Derisinin kalın veya siyah olduğunun görülmesi ise ölünün azapta olmasına delalet eder. Rüyada vücudunun siyah olduğunu gören kimsenin dinini terk edenlerin büyüklerinden olduğuna delalet eder.
Bir kimseye rüyada siyah tüylü bir köle hediye edilse, o kimseye bir miktar kömür hediye edilir. Birçok zenci kadınların kendisine baktığını görse o kimsenin de o zenci kadınlara bakmasından dolayı, kendisi için meydana çıkacak hayrın çok ve şerefli olmasına ve bu kadınların da düşman cinsinden olmalarına delalet eder.
Rengin kırmızılığı, cehalet, rütbe ve üzüntüden halastır. Bazıları da, rengin kırmızılığı ile beyazlığı da olursa, rüya sahibi azizliğe ve yüceliğe nail olur, dediler. Rengin sarılığı, hastalıktır. Rengi siyah olan kimse rüyada renginin beyaz olduğunu görse, vücutça zayıflar, zillet ve sıkıntıya düşer. Cisminin ve yüzünün kızardığını görse, o kimsenin üzüntü ve kederi uzun ve bundan kurtulması da uzak olur. Vücudunun demir veya taştan olduğunu gören ölür.
Diğer hayvanların derileri, mirastır. Bazı tabirciler, hayvan derileri, onlara sahip olanlar için evdir, dediler. Bir alimin derisinin yüzülüp çıkarılması, ilmini terk edip unutamayacağına delalet eder. Bir kimse şairin derisini yüzdüğünü görse, o şairin şiirinden hırsızlık yapar.
bazen da derinin yüzülmesi, hamama girerken gömleğin çıkarılmasına yahut, giydiği elbiselerden birisinin çalınmasına delalet eder. Siyah bir kadının, derisinin yüzülüp çıkarıldığını görmesi, gecenin karanlığından sonra güneşin doğmasına delalet eder.

Seyyid Süleyman Rüya Tabirleri:

Rüyada deri görmenin, süs eşyası, başkanlık, gizleme, bereket, kuvvet, geçim, hayat ve kılık kıyafet gibi muhtelif tabirleri vardır. Ciltte görülecek iyi ve kötü haller bu manalar gözönüne alınarak yorumlanır.
Danyal (A.S.) buyurmuştur ki: Rüyasında derisinin çirkin renkte gören, üzülür. İnsan derisi zinet ve reisliktir.
İbn-i Şirin rüyada deriyikalın görmeye üç türlü mana veriyor. Bunlar: Halkın alaylarına maruz kalmak fakat, buna ehemmiyet vermemek, çok mal, uzun ömür, güzel elbise.
Kirmani’ye göre bütün hayvan derileri, mala işarettir. Rüyada deve derisi görmek miras yoluyla elde edilecek mala delalettir. Eti yenen hayvan derisi; helal mal, eti yasak olan hayvanın derisi ise, haram malı ifade eder. Derisinin yüzüldüğünü görenin eline, mal geçer.
Bazı tabircilere göre, deri yüzmek mühim işlerle meşgul olmaktır. Bu rüyayı gören, muntazam yaşar, doğru hareket eder. Halkın ıslahına çalışır. Rüyada görülen deri, hangi cinsten olursa olsun hayır ve menfaattir.
İbn-i Şirin’e göre derisinin siyah veya mavi olduğunu gören derde düşer. Derinin sarı olması; hastalık, yeşil olması; dindarlıktır. Ayak derisi siyah olanın, haceti görülür. Maksadı hasıl olur. Deri görmek; berekettir.

Tiflisî Rüya Tabirleri:

þHz. Danyal (a.s): Rüyada insan derisi görmek; süs veya efendilik demektir.

þİbn-i Sîrîn: Deriyi tıraş etmek; mal ve bereket demektir.

Derinizin soyulduğunu ve kabuğunun kalktığını görmek; birtakım sırlarınızın ortaya çıkacağına veya malınızın telef olacağına…

Derinizin morardığını veya karardığını görmek; üzüntüye…

Ayak derinizin beyazlaştığını görmek; iş hayatınızın iyiye gideceğine ve kariyer sahibi olacağınıza işarettir.

þKirmanî: Bütün hayvan derileri mala işaret eder.

Deve postu; büyük bir şahıstan miras alacağınıza…

Koyun postu; rızka…

Postçuluk yapmak için yeni bir bina inşa ettiğinizi görmek; kasaplık yapıyorsanız evinize duvar çekeceklerine, öğretmenseniz çocuklara kötü davranacağınıza işarettir.

þCabir Mağribî: Bir ineğin derisini yüzdüğünüzü görmek; tamircilikle meşgul olacağınıza veya birileri arasında arabuluculuk yapacağınıza işarettir.

Filozofun Rüyası

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî: Mesnevî

a. Hazırlık

Kur’ân çalışan birisi mâüküm gavren ayetini okuduğu sırada oradan geçen bir filozof ona “Biz suyu ilimle çıkartırız. Sivri kazma ve külünkle aşağıdan yukarıya akıtırız” der.

b. Rüya

Filozof, gece rüyasında gördüğü yüce bir kişinin tokadıyla kör olur.

c. Sonuç

Filozof, uyandığında gözlerinin görmediğini fark eder. Ancak, ısrarcı olmaya devam eder, tövbe ve istiğfara yönelmez.

Sarıkaya, Eski Türk Edebiyatında Rüya, 176

Sarı Renkli Meyveler Görmek veya Yemek

Sarı renk ve bununla bağlantılı olarak sarı renkli meyveler görmek hastalığa, ölüme, ayrılığa ve bazen de şifa bulmaya işarettir.

Kişinin renginin sararması da ölüme işaret olarak kabul edilir.

Renk sembolizmi içerisinde sarı hastalık, yolculuk ve ayrılık rengi olarak kabul edilir. Alandaki tespitlerimiz de bunu doğrulamaktadır.

Düşte ayva yendiğinin görülmesi birinin öleceği şeklinde yorumlanır.

Sarı rengin rüyada görülmesi genellikle hastalığa,

sarı üzüm görmek hastalık veya ölüme,

sarı renkli bir şey yemek veya sarı renkli bir giysi giymek ölüme yorulur.

Sarı gören kişinin sevdiği ya uzağa gidecektir ya da ölecektir.

Gagauzlar‟da rüyada, sarı meyveler görmek ya da yemek, sarı yüz, kıymetli bir insandan veya nesneden ayrılıktır. Sarı renkli meyveler görmek ya da yemek pek yakın bir kimsenin ölümüne işarettir.

Anadolu folklorunda kimi yerlerde sarı renkli meyveler yemek ya da görmek ölüme yorulur.

Metin Eren, Sembol Dilinin Bir Örneği Olarak Rüyalar: Türk Kültüründe Ölüme Yorumlanan Rüyalar,